19. BÖLÜM
19. ❝KAVUŞMAK.❞
Rusya, Samara.
İlahi Bakış Açısı.
Mark'ın ahbaplarından olan Andrei, onu malikanesinde ziyaret ettiğinde saatler akşam dokuzu gösteriyordu. Adam, Mark'ın malikanesinde bulunan asansörden inip koridorda yürürken Rusya soğuğunda buz tutan ellerini ovuşturuyordu. İçini ısıtacak bir içeceğe ihtiyacı vardı.
Mark'ın vakit geçirdiği odanın kapısı önünde durunca nezaketen tıklattı ve gelen Rusça komutla beraber içeriye girdi. Geniş, zengin döşenmiş koyu renkli mobilyalardan sonra göze çarpan şey Mark'ın kendisi olmuştu. Elinde bir maşayla harıl harıl yanan şömineyi karıştırıyor, diğer bir yandan her misafirine ikram ettiği o lezzetli viskisini içiyordu. Kendisine dönünce yakışıklı yüzünü bir gülümsemeyle aydınlatıp, "Kardeşim," dedi. "Kapıyı neden çalıyorsun, her zaman girebilirsin."
Geniş bir gülümsemeyle Mark'a yaklaştı ve iki dost birbirini kucaklarken, "Seni özlemişim," dedi adam.
"Ben de seni," dedi. "Titriyorsun, Rusya'nın soğuğuna tekrar hazırlıksız yakalanmışsın anlaşılan."
Adam omuzlarını silkerek geriledi ve beyaz deri koltuğa oturup kollarını arkaya attı. "Bırak şimdi Rusya'nın soğuğunu, sana haberlerim var."
"Telefonda da biraz bahsettin, bu kadar acil olan nedir?" Mark odanın içinde biraz ilerleyip içecek tezgâhına yürüdü ve arkadaşı için içecek koydu. "Yeni bir iş mi yakaladın? Paranın kokusunu mu aldın?"
"O da var tabi," dedi Andrei, arkadaşını incelerken. Mark viskiyi kendisine getirdiğinde yanına vurup, "Otur," dedi. "Önemli bir mevzu bu."
Mark oturup koltukta geriye yaslandı. “Merak ettiriyorsun."
Andrei, dile getireceklerini söylemeden önce ikram viskinin tadına baktı. "Senin şu sözlün..."
Mark, kimseye, hiçbir ahbabına ve yakın çevresine bu terk edilmenin konusunu açtırmadığı gibi dostuna da açtırmadan, "Kapat," dedi. Elindeki viskiyi kafasına dikip gözlerini camdan dışarıya çevirdi, karların düşüşünü izledi.
"Mark, hemen hiddetlenme, söyleyeceklerim önemli." Andrei durumu izah etmeden önce kelimeleri aklında toparladı. "Konuşulanlara göre Karmen Russo ortadan kaybolmuş."
"Andrei!"
"Bekle," dedi Andrei, dostunun omzunu sıkarak. "Sözü atmış ve ailesini terk etmiş."
Mark, Andrei'nin konu üzerinde durmasının ısrarına karşı öfkelense de bu kadar eşelemesi üzerine ne diyeceğini merak etmeye başlamıştı. Öfkeyle baş sallayıp, "Duyumlarıma göre ailesi de onu arıyormuş," dedi. "Ailesi kapıma geldi, Karmen adına benden özür dileyip yüzüğü teslim etti."
Andrei, "Sen de mi kızı bulamadın?" diye sordu.
"Hayır," dedi Mark, memnuniyetsiz şekilde.
"Ben buldum," dedi Andrei ve bununla beraber Mark'ın tekinsiz, tehlikeli gözleri ona döndü. "Dostum, Karmen seni aldatmış, hamile."
Mark, Andrei'nin ondan beklediği şekilde hiddetlenip koltuktan fırladı ve gözlerinde, şöminenin içindeki ateşlerden belirmeye başladı. Geriye doğru adımlar atarken, "Hamile mi?" diye tekrarladı. "Sen... Onu nerede gördün?"
"İstanbul," dedi Andrei.
"Türkiye?"
"Evet kardeşim."
Mark arkasını dönüp odanın sessizliğinde birkaç adım attı ve elleri ensesinde dolaşırken burnundan sesli soluklar almaya başladı. "O orospuya dokunmadım bile, ne demek hamile!"
"Diyorum ya; seni aldatmış."
Mark'ın yüzü kıpkırmızı oldu ve Karmen'in İtalya'yı terk ediş sebebini kavrayıp elinin tersindeki her şeyi tezgâhtan fırlatıp attı. Avuçlarını tezgâha kapatıp gözü dönmüş şekilde dışarıya bakarken, "Seni gördü mü? Konuştun mu?" diye sordu.
"Hayır, farkında olmadı. Şu çocuk kaçıran çete yok mu? Onlarla iş için İstanbul'a gitmiştim, onu bir mağazadan çıkıp arabasına ilerlerken gördüm." Andrei doğrulup Mark'ın yanına ilerledi, gözlerinin önündeymiş gibi anlattı olan biteni. "Hamileydi, üstelik karnı belirecek kadar. Belli ki seni aldatıp hamile kalmış, ülkeden ayrılmış. Kardeşim, onu sana getirecektim ama Russolar çok tehlikeli, zarar verdiğim öğrenilirse hayatıma musallat olurlar."
Mark tüm parçaları birleştirip yumruklarını sıktı. "Russolar... Bir de sadık olmaktan, saygın olmaktan bahsederler. Beni nasıl böyle hiçe sayıp itibarsızlaştırırlar, ben Karmenle beraberken kimseyle olmadım. Onu sevmiyor olsam da saygı duyuyordum." Yumruklarını tezgâhtan çekip arkasına döndüğü gibi Andrei'ye baktı. "Yanında birisi var mıydı? Bebeğin babası olacak bir erkek?"
"Yoktu," dedi bu kez Andrei, Mark'ın ihanetine üzülerek. "Yalnızdı."
"Russo'lar onun yerini biliyor olsa asla yalnız, korumasız bırakmaz." Mark, üzerindeki gömleğin bir iki düğmesini çözüp koltuğa doğru ilerledi. "Demek onlar da hâlâ bulamadı. Ama... Ben buldum kardeşim, senin sayende."
"İhanetin affı olmaz diyen onlar değil miydi Mark?" Andrei Russolardan nefret ederdi, sebebiyse Salvador Russo'nun babasını öldürmesiydi. Bu yüzden Mark'ın onlara öfkelenmesine sonuna kadar yardımcı olacaktı.
"Karmen'i asla bulamayacaklar," dedi Mark, kalkıp kapıya yürürken. Andrei arkasından gitse mi gitmese mi kararsız kalmış şekilde ona bakarken, Mark kapıyı söker gibi açıp koridora seslendi. "Valeri, buraya gel!"
En sadık koruması merdivenleri çıkıp takım elbisesiyle kendine yaklaştığında, Mark girmesi için ona odayı gösterdi ve arkasını dönüp koltuğa geri yürüdü. Valeri Mark'ın ayaklarına kadar yaklaşıp, "Buyurun efendim?" dedi.
Mark orta sehpaya dakikalar önce bıraktığı viski bardağını kavrayıp koltukta rahatça otururken, Andrei hâlâ üşüdüğü için şömine içindeki ateşi harladı. O sırada, ihanetin böylesiyle yüzleşmiş olan Mark derin düşüncelere dalmış şekilde korumasına bakıyordu. "Karmen Russo görünümlü bir kadın bulacaksın. Saçları, yüz şekli, görünümü, giyinişi onun gibi olacak. Gerekirse görünümünü ona sen benzeteceksin. Bunların yanında kadının hamile görünmesini de sağlayacaksın, yürüyüşü bile Karmen Russo olacak. Ne kadar isterse ver, parayı verdiğin müddetçe bizim için çalışacaktır. Üstelik Karmen Russo adında bir kimliğe de sahip olacak. Onu Türkiye harici her ülkeye sokacaksın, her bileti de Karmen adına satın alacaksın. Russoları yanlış yönlendirmek için her şeyi yapacaksın. Ben Karmen'den almam gerekeni alana kadar onu asla bulamayacaklar."
🎠
Türkiye, İstanbul.
En içten duyulan sevgi gibi, en içten acıdım kendime.
Karnımda çarpan vahşi kelebeklerin ölümünden saatler sonra, otel odasının banyosunda oturmuş, bomboş gözlerle içinde olduğum küveti izliyordum. Kendimi, Deren'in göğsünden kalktığım bir dakikadan sonra burada bulmuştum. Dudaklarından Nalan'ın adının çıktığını duyduktan sonra bir dakika bile kalamamıştım kucağında.
Gerçekten ama gerçekten bunun kalbimi kırmasına karşı koymaya çalıştım ama yapamadım. Kalbim kırıldı.
Beni Nalanla karıştırmıştı. Kollarına aldığı benken Nalan, sana bir şey oldu sandım, demişti. Sonra ben kollarından çıkınca geri koltuğa düşüp kaldığı yerden uyumuştu. Onu nasıl rüyasında görürdü? Onu ne kadar umursuyordu ki bir şey olmasından korkuyordu? Demek... Nalan yok saydığı kadar değildi, belki... daha fazlasıydı. Nalan'a cesaret veren de buydu.
Gece boyunca beni öptükten, benim adımı sayıkladıktan sonra rüyasında nasıl onu görürdü?
Hissizliğimi parçalayan bir damla gözyaşı yanağımda kaymasına rağmen gözlerim hâlâ boş bakıyordu. Ellerim, üzerimdeki çiçekli elbisenin üzerinden kendime sarılmıştı. Düşünüyorum da... Bu elbise benden çok Nalan'a yakışırdı. Onun güzel vücuduna, sarı saçlarına...
Açılan kapıyı duydum, ne ara banyoya yaklaştığını anlamamıştım. Adım seslerini duymamıştım. Ellerimin heyecanlı titreyişine sinirlenip gözlerimi kapatırken, "Karmen?" diye seslendi Deren, şaşırmış bir sesle. "Orada n'apıyorsun?"
Avuç içimi sertçe kaşıyarak sessiz kaldığımda küvete doğru yaklaşıp eğildi. Onu tüm hücrelerimle farkında olmak beni daha da sinirlendirdi. Sessizliğim karşısında yeniden, "Karmen," dedi ve elini yumuşak şekilde koluma koydu. "Bebeğim."
"Dokunma bana," diyerek omzumu elinin altından kaydırdım.
Eli havada kalmışken, "Benim?" dedi. "Karmen, benim."
Sensin ama aradığın ben miyim?
Küvetin kenarına doğru kayıp ondan tamamen uzaklaştım. “Çık," dedim.
Banyoyu sığ, donuk bir sessizlik kapladıktan sonra Deren'in eli bu kez yüzümün altına yerleşti. Beni kendisine çevirerek gözlerime baktığında, "N'oluyor?" diye sordu, gerçekten anlamaya çalışıyor gibi. "Neden sana dokunmuyorum, neden çıkıyorum?"
Yaralanmış bakışları yara izlerime dokunurken, "Seni görmek istemiyorum," diye sesimi yükselttim.
Kaşlarını derinden çatıp sanki seni görmek istiyorum, demişim gibi yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Geceden sabaha ne değişti de beni görmek istemiyorsun?"
"Sen değiştin."
Sadece bir saniye için gözlerini tanıyamaz oldum. Sonra aynı şaşkınlıkla, "Ne yaptım ki?" dedi.
"Bana sarılırken Nalan'ın adını sayıkladın! Rüyanda onu gördün!" Bağırarak elini sertçe ittim.
"Ne anlatıyorsun sen?" dedi, hiçbir şey hatırlamıyordu. "Ne Nalan'ı? Rüya falan görmedim ki onu sayıklayayım."
O soğuk, soğuk haliyle yakıcı olan acı yüzünden konuşmam zaman aldı. Kekelememek için derin nefes verip, "Gördün," dedim. "Yataktan kalkıp koltuğa, yanına geldim. Bir şeyler sayıkladın, sonra bir baktım... Nalan diyorsun!" Göğsünden sertçe ittim onu. "Adını tam üç kez söyledin! Üç kez! Sonra da... Sana bir şey olacak sandım, korktum, dedin!"
Öylece, sanki neyden bahsettiğimi hâlâ anlayamamış gibi bakıyordu bana.
"Neden... Neden ona bir şey olmasından korktun ki Deren?"
Eli yanağıma değdiğinde koluna sertçe vurdum ama etkilemedi, yanağıma düşen her neyse, onu sildi. "Karmen," dedi. "Ben yataktan kalkıp geldim, koltukta değildim."
Bir iki saniye bekledim. "Hayır, koltuktaydın. Yataktan kalkıp gitmiştin."
Yanağımdaki elini alnıma doğru kaydırıp bir şeye bakıyormuş gibi gezdirdi parmaklarını ve sonra, "Ateşin yok, aksine buz gibisin," dedi. "Başın falan ağrıyor mu? Nasılsın?"
Kafam karışmış şekilde gözlerimi kırpıştırdım. "Sen koltuktaydın Deren. Ben... o yüzden üşüyerek uyandım, yatağa baktım, soğuktu. İşte sonra diğer tarafa geçtim, gerçekten koltukta oturuyordun."
Alnıma baktıktan sonra ellerini kollarıma koydu, elbisenin açık bıraktığı tenimi okşarken, "Kâbus gören sen olmayasın?" dedi. Vücudumu küvetin kendi tarafına yaklaştırıp kızmış gibi söylendi. "Bir tek yüzün de değil, her yerin buz gibi! Ne zamandır buradasın sen? Sıcak suyun içinde otursaydın bari."
Gördüğümden emin şekilde, "Koltuktaydın," dedim bir daha. "Nalan'ı sayıkladın işte, neden inkâr ediyorsun? Oysa... Çok cesur bir adama benziyorsun."
"Karmen," dedi tek nefeste. "Kâbus görmüşsün, uyku sersemiyle bir şey de anlamamışsın. Sonra gelip burada mı uyudun? Hasta olacaksın, o zaman soracağım sana..." kasılmış bedenimi ayağa kaldırdı ve yüzüme dikkatle baktı. "Bana bak, gözlerime. Sabah oldu. Ben sayende uyumuşum, daha yeni uyanabildim. Sonra sana seslendim, banyoda olduğunu düşünüp yanına geldim. Gece neden yataktan kalkıp koltuğa yatayım? Hazır seninleyken neden bunu kendime yapayım?"
Sanrı mı görmüştüm?
Doğru, Nalan'a bir şey olacak diye korkması çok saçmaydı. Ama benim bunları kafamda kurmuş olmam saçma olmazdı.
"Gerçekten Nalan'ı düşünmedin mi? Ona bir şey olacak diye korkmadın mı?”
Hâlâ ne kadar üşüdüğüme bakıyordu. Kara gözleri gözlerime derinlemesine çevrilerek, "Sadece sana ve kızıma bir şey olmasından korkarım," dedi.
Parmaklarım ufak titreyişlerle göğsüne yaslandı.
Sanrı görmüştüm demek. Olmayacak şey değildi. Sanrı tabi... Gülümsedim. Sanrı görmeyi, onun dudaklarından bunların çıkmış olmasına tercih ederdim.
Vücudum hafifleyip ısınırken, "Bir de Utku'ya," dedim.
Eğilmiş, küvetin dolması için sıcak suyu açarken, "Kadınlardan bahsediyordum," dedi Deren. "Kadın cinsinden ilgilendiğim, bir şey olmasından korktuğum iki kişi var."
Doğrulduğu gibi üzerimdeki elbiseyi tutup başımdan çıkardı. Gelen serinlikle ürperirken, Deren omuzlarımdan tutup beni küvete doğru itti. Sıcak suyun biriktiği küvete yerleşip bacaklarımı kalçamın altına kıvırdığımda, omuzlarımı sıvazlayarak, "Biraz sıcak suyun içine kal," dedi.
Gözlerimi gözlerinde tutarken, "Galiba... Kâbus gördüm," diye kabul ettim.
"Öyle olmalı." Ellerini çekip dirseklerini dizlerine koydu ve küvetin kenarında, altında pantolonuyla otururken ileriye baktı. "Kâbusunun ben ve Nalan hakkında olması da garip."
"Nalan ve sen diye bir şey yok," dedim, agresif nefesler alırken.
Dönüp küvete dolan suyun ne kadar ısındığına baktı ve ardından köşedeki duş jeline uzanıp suyun içine sıktı. Güzel koku birazdan burnuma geldi ve suda köpükler belirirken elini çekip doğruldu. "Sen biraz ısın, ben telefonuma bakacağım."
Elinde çiçekli elbisemle beraber doğrulup çıkışa yöneldi. Parmaklarımı köpüklerin üzerinde gezdirerek sızlandım. Sanrı gördüğümü anlamayıp ona söylemiştim. Gerçekten büyük hataydı, kontrolsüz davranmıştım.
Su göğüslerime kadar geldiğinde vücudumdaki gerginlik çözüldü ve ısınmaya başladım. Farkında olmadan ne kadar da üşümüştüm. Biraz kalıp ısındıktan sonra çıktım, temiz otel havlusuna sarınıp banyodan ayrıldım. Çıktığımda Deren'i hâlâ çiçekli elbisemi tutarken buldum. Geldiğimi anladı ve kenardaki kıyafetlerimi alarak yaklaştı. "Mersi," dedim ve havluyu üzerimden düşürdüm.
Tuttuğu kıyafetlerim arasından çamaşırlarımı aldım ve o tam karşımda dururken, gözlerinin içine bakarak giyindim. Çamaşırımı çektikten sonra sutyenimin askılarını omuzlarıma geçirip arkamı döndüm. "Takar mısın?"
Hâlâ elinde duran iki parça kıyafetimi kolunun altına sıkıştırıp ellerini bana uzattı. Nefesinin ensemden sırtıma ince bir hat çizdiğini hissederken, tekrar ona dönüp elinde kalan kıyafetlerimi de aldım. Giyindim ve bir eksik var mı diye bakarken, Deren hafif ıslanmış saçlarımı parmaklarıyla tarayarak kulaklarımın arkasına koydu. Gözlerine ulaşmayan şekilde gülümsedi. Tabi gözlerine ulaşmayacak, Nil onun uzağındayken...
"Saçlarına hiç iyi bakmıyorsun," dedi.
O an utandım. Yıpranmış, dağınık duran saç uçlarıma bakarken dudağımı ısırdım. Doğru, kendime bakmadığım gibi saçlarıma da bakıp özenmiyordum. "Güzel değil mi?"
"Eskiden daha güzeldi," diyerek bıraktı saçlarımı.
Yüzüm düştü.
Parmaklarımı yıpranmış saçlarımdan geçirip ceketimi almak için ilerledim. Ceketimi üzerime geçirirken de bir arama olup olmadığını kontrol etmek için telefonuma baktım. Gece'nin bir kez aradığını gördüm, çok önemli bir şey olsaydı birkaç kez arardı. Arama ekranından çıkarken bakışlarım bir an için tarihe kaydı ve gözlerim buğulandı.
27 Mayıs.
Karina'nın doğum günü.
Beni kedere boğacak bugüne hazırlıksız yakalandığım için hissettiğim ne varsa yüzüme yansıdı. Onun doğduğu günü, bu şekil bir acıyla geçireceğimi hiç ummazdım. Histerik şekilde bir ses çıkarıp telefonu cebime koyarken Deren'in bakışlarını görüp gözlerimin buğusunu silmeye çalıştım. "N'oldu?" dedi, yakalayarak.
Bakışlarımı kaçırdım. "Bugün... Sevdiğim birisinin doğum günü olduğunu fark ettim."
"Özel bir gün madem, neden mutsuz göründün gözüme?"
Yatağın ucundaki elbiseye yürüdüm, burada unutmak istemiyordum. Muhtemelen asla atmayacağım, hep saklayacağım bir elbise olacaktı. "O kişiyi kaybettim çünkü."
"Yollarınız mı ayrıldı?" diye sordu.
Ben hiç istemeden...
"Artık hayatta değil," dedim sesimi stabil tutmaya çalışarak.
"Öldü mü?"
İrkildim ve belli etmemek için gözlerimi sabit tuttum. "Evet."
Elini elime dokundurdu. Onun eli sıcakken benimki soğuktu. "Kimdi?" diye sorarken elimi sıvazlayıp kendi kendine söylendi. "Sıcak su da kaldın ama hiç ısınmamış ellerin."
Kimdi, sorusunu es geçip elimdeki büyük, şefkatli elini izledim. "Soğuk olsun. Ölmem ya sonuçta."
"Allah korusun," dedi, ellerimizi kaldırıp parmaklarını parmaklarımdan geçirerek.
Türkler bu cümleyi çok sık kullanıyordu, demek Deren'de inanan birisiydi. Beni ölümden korumak istemesine dudak kıvırıp elimi elinden çektim. Sonra köşede duran ayakkabılarıma ilerleyip giyindim, Deren komodinden eşyalarını alıyordu. Yatak odasından ayrılıp oturma odası kısmına geçince gözlerim dün gece yattığını sandığım koltuğa çevrildi. Çok gerçekçiydi ama zaten sanrılarımın hepsi böyle oluyordu.
Asansöre binince bile elimi bırakmayan Deren'e yandan bakıp uzun görünen kirpiklerini izledim. Gözleri nasıl karaysa, saçları kirpikleri, kaşları da o kadar koyuydu.
"Gözlerin gördüğüm en koyu renk," dedim, asansörden inerken.
"Doğru cümle kur. Gözlerin, gördüğüm en koyu renkteki göz diyeceksin."
Başımı salladım. "Gözlerin, gördüğüm en koyu renkteki göz."
"Aferin." Elimden tutarak beni otelin restoran bölümüne çekmeye başladığında bir şeyler yiyeceğini anlayarak sevindim. En azından bir yerde bayılmasından endişe etmeyecektim. Çok erken olduğu için kimse yoktu. Deren bizim için köşedeki, cam kenarında bir yer seçti ve oturmadan önce benim sandalyemi çekti. "Mersi," diyerek oturdum ve o karşıma yerleşince, göz kırpıp elini masaya koydu. "İtalyan'ca teşekkür etmek yerine neden Fransız’ca?"
"Çok çekici bir kelime bence." Saçlarımı omzumun arkasına doğru itmeye çalışırken söylemiştim bunu. Yıpranmışlığının görünmesini istemiyordum.
"Değil."
"Öyle," dedim bastırarak.
"Sen daha çekicisin."
İltifat almayı beklemediğim için yüzüne bakakaldım. Sonra, "Biliyorum," dedim. "Ama mersi de çekici bir kelime, benim kadar olmasa da."
Bir garsonu çağırırken, "Sen nasıl diyorsan," diye kabul etti.
Gelen garsona bir sert viski söylediğinde umduğum gibi olmadığını düşündüm. Bir de kahvaltı tabağı söyledi ve garson çekilirken, parmaklarını masada gezdirerek camdan dışarıya baktı. Saniyeleri işkence içinde geçirdiği için sabırsızdı, o işkencenin biteceği günü bekliyordu. Nil'i ona nasıl vereceğimi planlarsam, yaşadıklarının sonuna gelmiş olacaktı.
Nasıl vermem gerekecek? Nil benden bahsetmeden nasıl duracaktı? Nille konuşsam, benden bahsetmemesi için ikna etmeye çalışsam... Çocuk bu sonuçta, illa ki ağzından kaçırırdı. Benden bahsetmese bir anımızdan bahsederdi.
Viski ile kahvaltı tabağı geldiğinde Deren tabağı zahmetsizce önüme itti. Kendi kadehini içmeye başladığında buraya benim bir şeyler yemem için oturduğumuzu anladım. Lüks tabaktaki kahvaltılıklardan atıştırmaya başlayıp bir süre sonra dayanamadım, çatalımı onun ağzına uzattım. Bana garip garip bakarak elinin tersiyle istemiyorum gibisinden bir hareket yapınca, kaş çatıp daha ısrarla uzatıp çatalı dudaklarına batırdım. Mecbur kalarak peynir dilimini aldı.
"Amma da inatçısın," dedim.
Viskiden biraz daha içip masaya geri koydu. "Olumlu hiçbir yanımı dile getirmiyorsun ama olumsuz bir yanımı görünce direkt söylüyorsun."
Yüzüme düşen saçı kulağımın arkasına koydum. "Neymiş olumlu yanın?"
"Çok yakışıklı bir adam olmam? Bundan hiç bahsetmiyorsun?"
Neşesizce gülümseyip ona uzatmak için biraz daha peynir aldım. Bu kez inat etmedi, ağzını açıp çatalımdan yedi. "Bu senin için olumsuzluklar doğuracak bir şey," dedim.
"Nedenmiş canım? Açıkla bakalım."
"Kıskanabilirim." Çatalı dudaklarına batırarak geri çektim ve tabağımı yemeye devam ettim.
Bir şey demedi, sadece düşünceli gözlerle camdan dışarıya bakıp viskisini kaldığı yerden içti. Tabağımın hepsini bitiremedim, ona birkaç kez daha bir şeyler uzattım. Eh, en azından hayatta kalacak kadar bir şeyler yedirmiştim.
Otelin otoparkına inince arabayı bıraktığım yeri hatırlamaya çalışıp etrafıma bakındım. Sonra sayıları anımsayıp arabamı buldum. Deren kendi arabasına binmek yerine benimle gelip arabamı bulduğumda koltuğa oturmak için kaputun önünü dolandı. "Araban yok mu?"
"Taksiyle gelmiştim," dedi benimle aynı anda koltuğa yerleşerek.
Kapımı kapattım, arabayı kullanmak için emniyet kemerimi taktım ve park alanından uzaklaşırken gözlerimi aynalarda gezdirdim. Deren koltukta sabit kalıp araba caddeye çıkana kadar konuşmadı. Mutsuzluk yüzünden akıyordu. Hayatımda gördüğüm en mutsuz yüzler onunkisi ve benimkisiydi. Beni başkaları, onu ben mutsuz ettim.
Kırmızı ışığa takıldığımda Deren'in koltukta ileriye kaydığını fark ettim. Aniden torpidomu bir yumrukla açtığında irkilip, "Kır istersen," diye terslendim.
Torpidodaki silahıma uzandı ve onu alıp şarjörünü açtığında anlamayarak baktım. Kurşunları avucuna düşürüp silahı kurşunsuz bıraktığında, "Neden aldın?" Diye sordum.
Silaha doğru bakıyorken, "Sana ödünç verdiğim kurşunları alıyorum," dedi.
Ama bunlar bana ödünç verdiği kurşunlar değildi ki. Üstelik nereden çıkmıştı bir anda? Alt dudağımı ısırıp, "Bunlar o kurşunlar değil," dedim.
Başını sertçe kaldırıp gözlerime baktı. "Onlar nerede?"
"Evimde."
Kafasını sallayıp önüne bakarken çıkardığı kurşunları tekrardan şarjöre dizdi ve silahımı kendi beline götürüp taktı. Alaylı bir gülüş attım. "Silahımı çalıyorsun, şaka mı?"
Koltukta gerinerek bana göz kırptı. "Epey güzel bir silah."
Bunun üzerine konuşmamızı hatırladım. "Sen silahlarla değil, kurşunlarla ilgileniyordun?"
"Seninkisi çekici bir silah," dedi çekici kelimesine vurgu yaparak.
Silahımın onun iri elinde gerçekten de çekici ve güzel göründüğünü fark edince itiraz isteğimi sonuna kadar bastırdım. O bilmese de bir silahım daha vardı, gerektiğinde işimi onunla görürdüm.
Direksiyonu tek elimle çevirip sol taraftaki caddeye girerken, "Seni evine mi bırakıyorum?" Diye sordum.
"Nalan'."
Bu isim beni tetikledi ve bir anda direksiyon ellerimden kaydı. "Neden?" Dedim sessizce.
"Öyle değil bebeğim..." yorulmuş bir ses çıkararak omuzlarını düşürdü. "Şu geçenki, Nalan'ı kaçıran adam kaçmış, ya da kaçırılmış. Dün akşam Derya söyledi. Aptal... Bir tane adama bile sahip çıkamamış, aptal işte... Ona diyorum da ben Feda'yı elimde tutabildim sanki..." söylene söylene yumruklarını sıktı. "Nalanla konuşup adamdan şüphelenmiş mi diye soracağım? Belki bir konuşmasından falan hatırlar, adam çeteden birisidir."
Nil için. Sadece Nil için.
Derya Yaman'ı benim kaçırmamla ilgili bir şey söylememişti tabii ki. O adamla konuşamayınca da Nalanla konuşmaya mecbur kalmıştı. Bir noktada ben mecbur bırakmıştım. Bu durumda bana açıklama yapıyor olması bile çok şeydi. Ben olsam yapmazdım. Kimseye anlayış gösteremezdim. "Anladım," dedim yumuşak bir sesle. "Adamın telefonu sendeydi? N'oldu? Açtırabildin mi?"
Hemen kızgın bir ses çıkardı, buna sinirlendi. "Hayır. Başka bir tanıdığa falan da sordum, açamadılar. Telefonu formatlamak şart dediler, o zaman da içindekiler kaybolacak."
Sürekli yoluna taş koymaktan ben bile yorulmuştum. Artık ona çevirecek bir yüzüm kaldı mı bilmiyordum, o yüzden cama bakıyordum. "İşler hiç istediğin gibi gitmiyor değil mi?"
"Buna engel olan bir şey var ama anlamıyorum. Belki de... Düşünme yetimi kaybetme raddesine geldiğim için göremiyorum."
Eyleme dökmedim, ellerimle gözlerini kapatmadım. Ama yine de gözlerini kör ettim.
Deren, "Soldan," dediğinde az kalsın adresi sormadan doğrudan Nalan'ın evine gitmekte olduğumu hatırladım.
Tarif ettiği şekilde ilerledim, arabayı hiç istemediğim halde Nalan'ın evine doğru sürdüm. Yaman ona bir zarar vermemişti ama yine de mahcup hissediyordum. Korkmuş olmalıydı, kızına neler olabileceğini yakından deneyimlemişti. Canım sıkkın şekilde arabayı Derya ile Nalan'ın evinin kenarına çektiğimde, Deren kafasını kaldırıp bomboş ifadeyle eve baktı. "Gelmek ister misin?"
Bana bunu sorması nedense düşünceli bir hareket geldi. Yine de Nalan'ın yüzünü görmeyi istemiyordum, arabada kalsam iyi olurdu. "Çok sürmesin," dedim, arkama yaslanırken.
Bana dönüp yüzümü, dişlerimin sürekli paraladığı kırmızı dudaklarımı izleyip ufak bir nefes aldı. "Sadece birkaç dakika."
Başımı sertçe sallayıp önüme dönerken elimi tuttu ve inmeden önce parmaklarımdaki kemikleri hafif hafif okşadı. Arabadan indiğinde onun dokunuşuyla ısınan parmaklarıma tebessüm ettim.
Deren, söylediği gibi birkaç dakika sonra dönmek için evin kapısını açtığında sabırsızca ritim tutuyordum. Kapının diğer tarafında, beyaz, ince bir elbisenin içindeki Nalan'ı görünce istemsiz olarak dişlerimi sıktım. Deren her zamanki ifadesizliğiyle bir şeyler söylerken, Nalan gülümseyip elini sarı saçlarından geçirdi. Parlak, sarı, uzun ve güzel saçları...
Deren arabaya bindiğinde Nalanla aramızda soğuk bir bakışma geçti ve arabayı sürmeye başladığımda, onun yansıyan gerginliğinden hiçbir şey öğrenemediğini anladım. Zaten öğrenecek bir şeyi olsa, Yaman bir açık vermiş olsa bana söylerdi. Deren'i evine bırakmak için bu kez bildiğim yola sürdüm, camdan içeriye giren rüzgâr saçlarımı uçuştururken, olacakları düşünerek ağır nefesler aldım.
Evinin olduğu sokağa girdiğimizde bakışlarım kaldırımda yürüyen Ece'yi buldu. Sırtında hafif olduğu belli olan çantayla ilerlerken kulaklığını kafasının üstüne geçiriyordu. Şarkısız yaşamayacağını söyleseler artık inanırdım. Deren'de bakışlarımı takip edip Ece'ye doğru bakınca, "Tatlı bir kız," dedim. Nadiren insanlara olumlu duygular beslerdim. "Abisi var mı?"
Deren Ece'deki bakışlarını bana çevirdiğinde açıkçası anında yaptığım espriden pişman oldum. "Şaka," dedim, ellerimi yukarıya kaldırıp suçsuzum, pozisyonu alırken.
"Hasbinallah..."
O sırada Ece açık camdan bizi görünce yavaşlayıp el salladı, Deren'de elini havaya kaldırıp ona selam verince yürümeye devam edip gözden kayboldu. Bir kapı açma sesi de yanımdan gelince inmek üzere olduğunu fark edip elimi koluna koydum. Ona dokunma refleksi hızlı ve aniden geliştiği için dönüp omzuna baktığında, bir açıklama bulamayarak ben de elimin altındaki geniş omuza baktım. "Elbise için... mersi."
"Daha güzellerine layıksın." Yanağımdan makas alıp arabadan indi.
Fevri, asker adımlarını saniyeler boyunca takip ettim ve sokak kapısını çarpıp evine girdiğinde kalmamak için direksiyonu hemen çalıştırdım. Aslında Utku'yu da merak ediyordum, görmek istiyordum ama onlarla daha fazla vakit geçiremezdim. Nil'i nasıl vereceğimi bulmalı, her şeyi yoluna koymalıydım. Öldürmekle ilgili şakası olmayan bir adamın kızına asla davranmamam gereken şekilde davranmıştım. Ve sanırım beni öldürürken de şakası olmayacaktı.
Ellerimin direksiyonu tanıdık ama uzun zamandır gitmediğim bir yere doğru sürdüğünü fark edince aklımdaki düşünceler buhar olup uçtu. Her şey Karina'dan ibaret oldu. Mezarına çok uzun süredir gitmiyordum, çünkü yüzüm yoktu. Fakat artık bugün gitmek istiyordum, doğum gününü yalnız geçirmesini istemiyordum.
Ya dün?
Ya yarın?
Cehennem gibi yaşadığı yirmi üç kayıp gün?
Kaza yapmadan mezarlığa gidebilmek için gözlerimdeki pusu silerken gözlerim aynalara çevrildi ve yola çıktıktan biraz sonra gördüğüm arabayı tekrar görünce odağım kaydı. Bir aracın bu kadar uzun süre benimle aynı gidişatta ilerlemesi tek şeye işaret ediyordu. Arabamı yavaşlattım ve bu kez kimin beni takip ettiğini düşündüm. Derya yapıyor olabilir miydi? Hızımı yavaşlattığım için araç iyice bana yaklaşmış oldu ve daha ilerlemeden direksiyonu yana kırdım, arabanın önünü kesip direkt koltuktan indim.
Arkamı döndüğüm gibi arabaya yürüdüm ve aracın şoför koltuğuna yaklaşıp cama tıklattım. İlk tıklamada adam tepki vermedi ama ikinci kez yumruklayınca cam yarıya kadar indi. Oval yüzlü, kirli sakallı, epey de geniş omuzları olan bir adam bana gözlüğünün altından bakmaya başladığında, "Beni neden takip ediyorsun?" Diyerek arabaya vurdum. "Kimsin sen lan?"
Hiç etkilenmemiş gibi görünmesi tepemin tasını arttırınca ellerimi içeriye uzatıp adamı üstündeki lacivert gömlek yakasından kavradım. "Kim izlettiriyor beni sana?"
"Hanımefendi, n'apıyorsunuz?" Dedi adam, ellerimden kurtulmaya çalışarak. "İlerideki trafik polisi buraya doğru yürüyor, beni darp ettiğinizi söylemek zorunda kalacağım."
Kafamı çevirip biraz bakınca gerçekten üniformalı polisin yanımıza ilerlediğini fark edip ellerimi çektim ve tekrardan, "Beni takip ediyordun," dedim tıslayarak. "Neden? Kim takip etmeni söyledi."
Adam gömleğini düzeltirken, "Edip Akşın," dedi ve aynı anda yanımıza ulaşan memura döndü.
Adam polisle konuşup bir sorun olmadığı yalanını söylerken, ben çok hızlı biçimde düşünmeye başladım. Edip Akşın bu kez neyimden şüphelenmişti ki beni takip ettiriyordu? Bu adam ne zamandır iz sürüyordu? Geç mi fark etmiştim? Bir şeyler görmüş müydü? Adama bunları sormak istesem de cevap bekleyen polis memuru varken soramadım, gerileyip, "Sadece yanlış anlaşılma oldu," dedim ve arkamı dönüp kendi arabama ilerledim.
Ben düşünceli bir şaşkınlıkla aracımı kullanmaya devam ettiğimde araba epey arkamda kaldı, fark edildikten sonra da beni takip etmeyecekti ama ne zamandır ediyordu? Hayır, daha önceden takip etse Deren yol boyunca bunu fark etmiş olurdu. Ama hangi noktada yakalamıştı beni, Edip Akşın neyden şüphe duyuyordu?
Mezarlık yoluna sapınca sıkışmışlık ve hüzün hissi yüzünden kusma raddesindeydim. Yolunu öğrenmek zorunda kaldığım mezarlıkta ilerleyip Karina'nın küçük mezarına ulaşınca buraya geleceğimden, bu küçük mezarı göreceğimden habersizmişim gibi irkildim. Gözyaşlarım bekliyormuşum gibi hemen yanaklarıma yuvarlandı ve bir güç kalbime kadar dokunup onu defalarca kez olduğu gibi yerinden söktü. Kalbimin içimden kopup gidişini an an hissedip mezarın kenarında birikmiş birkaç pisliği temizlemeye başladım. "Uzun zaman oldu değil mi aşkım? Son kez mezarına gelip iki gün boyunca burada kaldığım için Gece bir daha yanına gelmemi yasaklamıştı aslında biliyor musun? Doğrusu ben hatırlamıyorum, o beni senin yanında bulunca öyle dedi; iki gündür benden haber alamadığını..."
Kalbim Karina'mın mezarını temizleyip mezar taşının yanında durmaya başladığımda gözlerimi isminden uzak tutmaya çalıştım ama maalesef onun ismini gördüm. Hıçkırıp elimin tersini dudaklarıma bastırırken gözlerimi sımsıkı yumdum. "Çok zor günlerden geçiyorum Karina, çok zor... Sana asla anlatamayacağım kötülükte şeyler yaptım, yapmaya da devam ediyorum. Bir süredir de bu yüzden yanına gelemedim, utanç duydum..." içimden geçen her şeyi söyleyebildiğim tek insan, kızımdı. "O kadar fazla insanı üzdüm ki, hangi birisinden kaçacağımı bilemiyorum. Sana yaşatılmasına karşı çıktığım her şeyi başkasına yaşatıyorum."
Elim, isminin yazılı olduğu mezar taşında kıyamıyormuş gibi dokunurken, yaşlar durmadan yüzümü ıslattı. Ayağımı, küçük mızmız bir çocuk gibi yere vurup, "Keşke burada olsaydın," dedim hıçkırarak. "Seni istiyorum ben, seni! Yanımda olmanı, bana sarılmanı, beraber uyumamızı istiyorum..." bir an aklıma onu rüyamda gördüğüm gelince yüzümdeki yaşları silerek gülümsedim. "Geçtiğimiz gece seni rüyamda gördüm. İlk kez oldu, sen de biliyorsun zaten, daha önce rüyama gelmemiştin. Uyandığımda hafifledim, gülümsedim. Üzerinde sana aldığım o elbise vardı, yazdı, sıcaktı... Nille Deren'de bizimle beraberdi. Nil sana denize girmeyi öğretiyordu, Deren'de tırtılım diyordu."
Mezarın yanındaki mermer taşa otururken gülümsemem yara izlerim altında bir yıldız gibi kaydı. "Sonra bir fırtına çıktı, Nil babasına doğru koştu. Ben de kollarımı açıp seni beklemek isterdim ama sen... çoktan gitmiştin." Bir daha dönmemek üzere mi? Bir daha dönmemek üzere. "Aşkım... Rüyamdan Deren'e bahsedince o da bana seninkine benzeyen bir elbise almış. Üzerinde renkli çiçekleri vardı. Özür dilerim, sen giyemedin ama ben o çiçekli elbiseyi giydim Karina."
Kızıma bu kadar kötü şeyden bahsetmekten utandığım için biraz sessiz kalıp sonra, "Nil gitmeden önce sana aldığım elbiseyi ona giydirebilir miyim?" Diye sordum. "Nil bayılır eminim ki. Zaman zaman fotoğrafınla konuşurken buluyorum onu, sanırım bizden çok sıkıldığı için seninle arkadaş olmaya çalışıyor."
Onunla konuşmayı gerçekten çok özlemiştim. Derinimde o kadar sır, yüreğimde o kadar fazla duygu saklıydı ki, yalnız ona söyleyebilirdim bunları. Ağlamam canlandı ve nemli toprağı özlemle okşadım. "Bugün üç yaşına girdin aşkım. Saçların ve boyun biraz daha uzadı, kilo aldın, yeni dişlerin çıktı, kaşığını tek başına tutmayı öğrendin, yürümeyi, koşmayı öğrendin. Sonra... kendi kıyafetlerini giymeye başladın, yürürken elimi hiç bırakmamayı öğrendin. Ama... ama hâlâ yalnız uyuyamıyorsun, üç yaşına girmene rağmen hâlâ benimle uyumak istiyorsun." Gülümsedim. "Bakalım, belki seneye, dört yaşına geldiğinde yalnız uyumayı da öğrenirsin... Mutlu seneler aşkım, iyi ki doğdun, iyi ki benim kızımsın."
Böyle kalacak sandım, buradan yalnızca biraz ağlayarak gidebilirim sandım ama doğrulduğum an hıçkırarak tekrardan oturdum. Omuzlarım sallana sallana ağlayıp kızıma onu ne kadar çok sevdiğimi tekrarladım. Seni gökyüzündeki yıldızlardan daha çok seviyorum ama her günüm karanlıkta geçiyor, senin ışıltını bulamıyorum. Galiba seni yanlış yerde arıyorum, aya bakmam gerekirken sadece yıldızlara bakıyorum.
Kendimi kaybetmiş şekilde mezarlıktan ayrıldım ve eve ulaşana kadar takip edip edilmediğimi kontrol ettim. Verandayı çıkıp kapıyı açınca da, ilk olarak Yaman ile tırtılımı gördüm. Yaman hâlâ dinleniyordu ama buna rağmen adam takım elbisesini üstünden çıkarmamıştı, zaten geceleri bile takım elbise ile uyuyan bir manyaktı. Nil'de koltuğun başında durmuş, Yaman'ın yaralarına merhem sürüyordu. Yaman eziyet görüyormuş gibi geldi gözüme ama Nil'i kırıp hayır diyemiyordu sanırım. "Yaman, elleyini çeksene! Seni iyileştiymeye çalışıyorum!"
"Ama gözüme de sürüyorsun, kör olacağım Nil." Cidden de Nil parmağını Yaman'ın gözüne sokmaya çalışıyordu.
"Gözün moy olmuş, bunu süymezsek iyileşmez." Nil bilmiş bir tavırla merhemi sürmeye devam edince, Yaman gözlerini kapatıp işkencesini kabul etmiş şekilde ofladı. "Yaman, gözleyini aç!"
"Ama kör olacağım Nil!"
Nil merhemi onun yüzüne fırlatıp koltuğun kenarından kalkınca kızıp küstüğünü hemen anladım. Yanına yürüdüğümde beni farkına vardı ve gözleri bir an parladı ama sonra küs şekilde arkasını döndü. Yaman acıyan yüzünü tutup kısık gözlerle beni izlerken, Nil'in omzuna arkadan dokundum. "Nil, tırtılım, beni öpmek yok mu?"
"Ben senin tıytılın değilim." Koşarak köşedeki koltuğa yöneldi ve oturup yüzünü döşemeye gömdü, beni görmek istemedi. "Konuşma benimle."
Yani... Ne bekliyorum ki çocuktan.
Onu rahatsız etmeden Yaman'ın olduğu koltuğa ilerledim. Amerikan tarzı bir mutfak olduğu için kafamı kaldırdığımda Gece'yi mutfakta gördüm. Ocaktaki tencereyi karıştırırken bana gülümseyerek el salladı. "Hasta çorbası mı yapıyorsun?" Diyerek Yaman'a döndüm ve tek gözümü kırptım. "Nasılsın? Yaraların kabuk bağlamaya başlamış."
Başını arkaya atıp ocağın başındaki Gece'ye dikkatlice birkaç saniye baktı. "İyi bakılıyorum, iyileşiyorum."
Gece bu sözler kendisine değilmiş gibi bakışlarını kaçırıp çorbayı karıştırırken, Nil kafasını koltuğun arkasından çıkarıp utangaç bir gülümsemeyle Yaman'a göz süzdü. "Ben bakıyoyum sana değil mi? İyileştiyeceğim seni Yaman, merak etme."
Yaman ilgiden memnun şekilde Nil'e göz kırparken, Gece gözlerini tehlikeli şekilde kısıp Nil'e tutuldu. "Ama Yaman'a ben çorba yapıyorum," dedi, çocukla çocuk olarak.
Nil koltuktan fırladığı gibi Yaman'ın yanına koştu. Koşuşu o kadar şirindi ki, beni sesli şekilde güldürdü. Kollarını Yaman'ın boynuna dolayıp, "Ama Yaman bana sarılıyoy," dedi.
Yaman'ı gerçekten boğuyordu.
Yaman nefes almaya çalışıp Nil'e gülümserken, Gece'de elindeki kaşığı çorba tenceresinden çıkarıp Nil'e salladı. "Sen sarılıyorsun, o sana sarılmıyor."
Yok artık, hakikaten çocuklaştı.
Ona uyarıcı bir bakış atsam da beni görmedi. Yamanla konuşan Nil'den ayırmıyordu gözlerini. Bu sürede tırtıl, "Yaman'da bana sarılıyoy," dedi ve gözlerini çevirip uyarır gibi ona bakınca, Yaman hemen kollarını Nil'e dolayıp, "Tabii ki," dedi.
Bunun üstüne Nil gülümseyip Gece'ye dil çıkardı ve arkadaşım da karşılık olarak ona.
Bu saçmalığa arkamı dönüp odaya çıktım. Ceketimden kurtulup yatağa otururken telefonumu yanıma aldım. Düşünmeye başlamıştım bile. Nil'i nasıl geri vereceğim çok önemliydi. Artık öğrenirse öğrensin diyerek veremezdim, yoksa İtalya'ya kaçamazdım. Deren'in gözünde yalancı çıkmamam için ifademde olduğu gibi olmalıydı her şey. Nil'i Feda kaçırmış görünmeliydi. Ve Feda benimleydi. Bunu sağlayabilir miydim? Feda ile anlaşmaya varıp bunu kabul etmesini sağlardım, sonra Nil'i sakladığı yeri söylerdi ve Derenle birlikte gidip Nil'i aslında benim bıraktığım ama Feda'nın bıraktığını söylediği yerden alabilirdik.
Ama Nil? Onun beni tanıyor olmasını nasıl engelleyecektim. Tamam, konuşunca babasına gideceği için bir anlaşmaya varabilirdik ama o çocuktu. İlla ki ağzından kaçırırdı, farkında bile olmadan benimle yakınlık kurardı.
Hatta benimle tanışmadan, beni gördüğü an Karmen diye bağırırdı.
"Bu riski alabilir miyim?" Elimi saçlarımdan geçirdim. "Başka bir alternatif düşünmem lazım."
Diğer alternatif Deren'in hayatından çok sessiz, habersiz çıkmam olacaktı.
"Ama bunu nasıl yapacağım? Nasıl hiçbir şey yaşamamışız gibi onu arkamda bırakacağım?"
Böylesi mi daha iyi yoksa onun gerçekleri öğrenip benimle yaşadıklarını yaşanmamış sayması mı?
Elim saçlarımın arasından geçti ve parmaklarım yıpranmış saç uçlarıma değince bir duraksadım. Sonra yatağın ucundan kalkıp koridorda ilerledim. Banyoya girip duş kabinin etrafına baktım, Gece'nin kullandığı ürünlere göz attım. Ben saçlarımı sadece şampuanlayıp çıkıyordum, uzun zamandır hiçbir bakım yapmıyordum. Gece'nin bakım kremini bulunca kaldırıp şöyle bir baktım, yıpranmış saçlar için olduğunu görünce de banyo kapısını kapatıp duşun içine girdim. Üzerimdekilerden kurtulup sıcak suyu açtım ve saçlarımı bu bakım kremiyle iki kez, nazikçe yıkadıktan sonra duştan çıktım.
Üzerine bir havlu sarınıp aynanın karşısına geçince burada da saç ürünleri olduğunu gördüm. Gece bir süredir burada kaldığı için birçok eşyası da buradaydı. Saç serumunu görünce kuruladığım saçlarıma bu parlak saç serumunu sürüp uçlarına doğru yedirdim. Nemli saçlarıma hafif bir canlılık gelmişti.
Banyodan ayrılıp sessizce odama geçtim ve dolabımdan kıyafet aldım. Beyaz çamaşırlarımın üzerine bir beyaz kot şort ile karnımı açıkta bırakan beyaz askılı bluz giyindim. Esmer tenimdeki bu açık renk hemen kendisini göstermişti. Odamdaki aynanın önünde durup hala nemli olan saçlarımı tarakla yavaşça taradım. Uzun süredir banyodan çıktıktan sonra saçlarım hep sert ve kötü dururdu, bu kez daha yumuşak ve parlaktı. Gülümseyerek parmaklarımı saçlarımın uçlarında dolaştırdıktan sonra kendi halinde kurumaya bıraktım.
"Kaymen, Yaman Gece'yi öptü!"
Nil'in koşa koşa odaya girdiğini fark edince sıçrayıp ona döndüm. Ağlaya ağlaya yanıma geliyordu. Kendini, oturduğum pufun önüne atıp yüzünü göğsüme gömdü ve bana sarılarak hıçkırdı. "Tırtılım, niye ağlıyorsun?"
Göğsümden kalkıp ıslanmış yüzünü bana gösterdi. Alt dudağı tatlı tatlı titriyordu. "Yaman Gece'yi öptü. Hem de buyadan!" İşaret parmağıyla yanağını gösterdi. "Ben su içmek için mutfağa gittim, sonya Yaman'a da su getiriyoydum ama o Gece'yi öptü." Ayağını yere vurdu. "Ben de suyu üstüne attım!"
Bebeğim benim, gerçekten üzülmüş görünüyordu. Fakat bu üzüntüsünü o kadar tatlı ifade ediyordu ki, gülümsemeden yapamıyordum. Onu dizime oturtup gözyaşlarını silerken, "İyi yapmışsın," dedim. "Ama bu kadar ağlama. Yaman senin çikolatalarını yemişti zaten."
Hıçkırıp, "Gece yemişti," diye bağırdı. "Çikolatalarımı da Yaman'ı da yedi!"
Doğru, öyle olduğu ortaya çıkmıştı. Terlemiş yüzünden saçlarını çekip, "Yaman Gece'yi yemiş olabilir," diye düzelttim.
Kafasını kaldırıp yüzüme doğru bakarken çenesi titredi ve sonra daha çok ağladı. Ağlama sebebini komik bulsam da bu kadar içli ağladığı için daha fazla gülemedim. Onu sakinleştirmek için yatağa geçtim ve durmadan gözyaşlarını silip hoşuna gidecek birkaç şey teklif ettim. Yüzünü yatağa gömüp bana sırt çevirdiğinde de aşağıya indim. Mutfaktan çikolata alırken Yaman ile Gece'ye bakındım. Yaman çorba içerken, Gece'de kızarmış yanaklarıyla onu izliyordu. Beni fark edince arkadaşımın bakışları suçlulukla gölgelendi ve omuz silkti. "Sanırım Nil'i biraz ağlattık."
Gözlerimi kısarak, "Yaman sana kaldığı için mutlu olmuş görünüyorsun," dedim.
Yanaklarına biraz daha renk geldi ve Yaman çorbayı içerken hafifçe sırıtıp televizyon ekranına geri döndü. Çikolatayı aldığım gibi yukarı geri çıktım ve tırtılımı kaldırıp ona çikolatayı uzattım. Biraz istemiyormuş gibi davransa da ben çikolata ambalajını açıp yiyecek olduğumda elimden kapıp yemeye başladı. Gülümseyerek, yakında ayrılacağım bu güzel kızı göğsüme yasladım ve ağlaması dinene kadar kalbimi sıkan ele mahkum oldum.
Saatler sonra kendime gelmemi sağlayan şeyin yastığımın altında titreyen telefonum olduğunu hissedince sıçrayarak gözlerimi açtım. Karanlık tavanla birkaç saniye göz göze geldikten sonra kolumdaki ağırlığa dönüp Nil'in uyuyan yüzüne baktım. Çalan telefonuma cevap vermeden önce onu öpüp odadan çıktım, aşağıdan televizyon sesi gelirken koridorun bir köşesine geçip, "Efendim?" Dedim açtığım telefona. O kadar nefes nefese cevap vermiştim ki, sesimin ancak Deren'e karşı bu kadar kontrolden çıkacağına emin oldum.
"Sevgilim," dedi Deren, beni sarıp sarmalayan bir sesle. "Seni ikinci kez aramak zorunda kaldığımda endişeleniyorum, haberin olsun."
Kolay bir kadın değilim ama kalbimi o kadar kolay harekete geçiriyor ki, her defasında şaşırıyorum. "Uyuyordum, ilk aramanı duymamışım," dedim karanlıkta, sessizce.
"Duy," dedi ciddi ciddi. "Güvenliğinden endişe etmek istemiyorum."
Kaslarımdaki ufak gerilimi, ağrıyı hissedip, "Etme," dedim. "Bana kimse zarar veremez."
"Bilemezsin." Konuştuğunda arkadaki baskın bir müzik sesi duyup kaşlarımı çattım, konuyu değiştirmeme sebep olan bu ses yüzünden de, "Neredesin?" Diye sordum.
"Bir bardayım."
Geçtiğimiz gün evde duramadığını söylemişti. Belki şimdi de bu yüzden dışarıdaydı. Ama bunca kaosun içinde yine beni aramıştı, demek ne kadar kötü şey düşünürse düşünsün bir noktada zihnine ben giriyordum. Gülümseyip, "N'apıyorsun orada?" Diye sordum.
"İçiyorum." Tek kelimelik, kısa cevaplar veriyordu.
"Beni aradığına göre yanına mı çağıracaktın?"
"Hayır."
"Hıı." Parmağımın köşesini duvara sürterek aşağıdaki televizyon ekranına göz attım. "İyi o zaman yalnız içmeye devam et. Altını çiziyorum; yalnız. Ben yoksam yanında kimse olmayacak."
Telefona karşı iç çekip, "Naz yapmayı bırak ve buraya gel," dedi.
Naz yapıp beni yanında istemiyormuş gibi davranan oydu, bir de bana diyordu. Gözlerimi devirsem de çıkıp gitmeyi çok istediğim için lafımı yiyecek bir şey demedim. "Neredesin?" Diye sordum.
"Ya da... Çok geç, sen gelme, ben seni alayım," dedi, kendine kızmış şekilde.
Hızlı şekilde itiraz etmemeye çalıştım. "Gerek yok. Beni almak için geleceksin ve sonra tekrar benimle döneceksin. Vakit kaybı."
"Geri dönmeyiz," diye cevap verdi. Bir şey içmiş olmalı ki, güçlü bir yutkunma sesi geldi. "Senin evde oluruz. Geceyi evinde geçiririz."
Koridorda yavaşça gezinmeye başladım. "Sana söylemiştim, ben bir süredir alkol almıyorum. Yani evimde geceye devam edemezsin."
"Anladım, beni evine davet etmek istemiyorsun," dedi düz bir sesle.
Kalbime nokta atışı geldiği için üzülerek, "Böyle düşünme," dedim. "Ben sadece... Bu saatte de yanına gelebilirim, bana yapma dediğin bir şey olduğunda gıcık olup daha çok yapma istiyorum."
"Beni sevme diyeyim de sev o zaman, aşkımdan yataklara düş, adımı sayıklaya sayıklaya kapıma gel, çaresiz, karşılıksız şekilde aşık ol..."
Bir kelimeye kadar her şeyi anlayışla dinleyebildim. Ve sonra, "Karşılıksız mı olsun gerçekten?" Diye sordum.
Devamında oluşan sessizlik midemde ağır bir sancı gibi dolandı, bir yılan esnekliğinde hareket etti. Deren'in aynı içeceği bir daha kafasına diktiğini anladım ve sonra bana, "Sen bir gel de ona bakarız," dedi.
Aramayı sonlandırdım ve birazdan mesaj gelince, yanıma siyah ceketimi alıp evden ayrıldım. Ayrılmadan önce Gece'nin koltukta uyuyakaldığını, Yaman'ın da onu izleyerek kara kara düşündüğünü görmüştüm.
Deren'in attığı konuma vardığımda, buranın dışarıdan çok sessiz görünen bir yer olduğunu fark ettim. İşlek bir caddenin başında, dışarıda bir korumanın sigara içtiği mekândı. İçeriye girene kadar bu kadar nezih olacağını düşünmemiştim. Uzun bir holün sonundaki merdivenleri takip ederek aşağıya indiğimde, koyu kırmızı ışıkların altında süzülen bir grup insanı gördüm. Çok kalabalık değildi, ağır bir koku da gelmiyordu. Deren'i arayarak L şeklindeki bar tezgâhına, sonra da localara baktım ve onu yalnız, bir başına buldum. Bu mesafeden anlayabildiğim şekilde elindeki kadehi çeviriyor, bir şeyleri onaylıyormuş gibi kafasını sallıyordu.
Eziyet çekerken bile güzel görünmesinin bir haksızlık olduğunu düşündüm. Ben aynalara bakamıyordum.
Nadir kalabalığın içinde süzülüp yanına ulaştım ve deri, siyah koltuğa yerleşirken birbirimize değen kollarımıza baktım. Deren başını kaldırmadan önce elindeki kadehi uzatıp, "Hoş geldin," dedi.
"İnsan bir sarılarak karşılar," dedim ve ardından böyle içimden geldiği gibi davrandığıma pişman oldum. Kendimi, bir anda bu cümleyi kurarken bulmuştum. Benim Deren'den kaçıp gitmem gerekirken neler yapıyordum...
Kadehi bir daha gösterdiğinde elinden aldım ve o koltukta bana yaklaşırken, kokusuna bakmak için kadehi burnuma götürdüm. O sırada Deren kollarını etrafıma dolayıp bana sarılınca, biraz ezilmeye başlayıp yüzüne baktım. Kollarıyla beni çok sıkıyordu, ellerini sırtımda birleştirmişti. Konyağın kokusunu alırken, "Öldürmene de gerek yoktu," diye iğneledim.
Gözlerimiz karşılaşınca bir parça eğlence hissim de toz gibi dağıldı. Sadece bana karşı değil, herkese karşı öfkeli olan gözleri biraz önce ağlamış gibi kıpkırmızıydı.
"Sarıldım," diyerek yavaşça ellerini üzerimden çekince, elimdeki kadehi içmeden indirdim. Ben istedim diye sarıldıysa hiç sarılmasaydı. Deri loca koltuğunda arkaya kayıp gözlerini kalabalığa çevirdiğinde, kadehini ona geri uzattım. Ufak bir kaş çatışıyla ağzımı gösterdi. "Sen iç."
"Ben uzun zamandır içmiyorum, demiştim."
Elini, kısa saçlarımın uçlarına götürdü ve gözleri boşlukta olmasına rağmen, "Ben yanındayım," diye güvence verdi.
Kadehi kendime geri çekip dudaklarıma kadar götürdüm. Doğru, artık alkol almamın bir sakıncası da yoktu zaten. Hamile değildim, kötü alışkanlıklarımdan sakındığım bir bebeğim yoktu. Konyağı içmeye ufak yudumlarla başladım ve ardından kadehin içindekini tamamen tepeme dikip bitene kadar içtim. Kadehi indirdiğimde Deren gözlerini bana çevirmiş, yüzümün her çizgisini kafa yoruyormuş gibi izliyordu. "Geç saat demedin. Ben aradım, hemen geldin."
"Öyle sevgilim dersen gelirim tabi," dedim ve sonra bu kadar şeffaf davrandığım için görünür olduğumu sandım, bakışlarımı kaçırdım.
İçten gelen bir dudak kıvırmasıyla masadaki cam şişeye uzandı ve elimdeki kadehe biraz daha konyak koyarken, "Sevgilim," diye yineledi. "Senin tetikleyici kelimen. Böyle söyleyerek sana her şeyi yaptırabilirim."
"Ağır ol," dedim kaş çatarak.
Şişeyi bırakıp geriye yaslandı ve çenesini ağır ağır sıvazlayıp, "Dalgasını falan geçiyorum ama Türkçe'ye bayağı vakıfsın," dedi. Aklına bir şey gelmiş gibi durdu. "Ne zamandır Türkiye'deydin?"
Yeni doldurduğu kadehi, yarısına indirecek kadar içip, "Dört yıl dolmak üzere," dedim.
"Baban, abinler falan hiç gelmiyor mu?"
Gözlerim bir süre boşlukta asılı kaldı. "Nadiren gelirler. İtalya'da çok meşguller."
İtiraf etmek biraz ağır gelse de onları çok özlüyordum.
"Ne tür işler yaparlar?" Diye sordu, dirseğini koltuğun başına koyup elinin içini de kafasına yasladı.
Nasıl bir aileden geldiğimi biliyordu ama onların neler yaptığını değil. Başladığım için kendimi durduramadım ve kadehten bir yudum daha alıp, "Kirli işler," dedim. "Ama belli ahlaki ölçüler içinde."
Gözlerine yansımayan şakacı bir gülüş attı. "Mafya ile ahlak mı? Sence birbirine çok zıt düşmüyor mu?"
"Yaptığımız işleri bazı ahlaki ölçülerle sınırlandırıyoruz." Omuz silktim. "Bence abes değil."
Parmağını, elimde tuttuğum kadehin ağız kısmında ağır ağır dolaştırdı. Birkaç saniye önce dudaklarımın dokunduğu yerde parmaklarını görmek içimde karanlık bir duyguyu açığa çıkardı. "Yani ailen her karanlık işi de yapmıyor öyle mi?"
Biraz daha içip, "Yapmıyor," dedim. "Biz sadece kendi dünyamızdaki insanlarla muhattap oluruz. Zararsız insanlara dokunmayız."
"Çok ahlaki," diyerek alay edince kirpiklerimin altından ona sert sert baktım. Bunun üzerine uzanıp yüzüme düşen bir tutam saçı aldı ve saçlarımın arasına kattı. Bir heyecan dalgasıyla saçlarımı izlemesini bekledim. Saçlarım, beni son gördüğünden daha güzel görünüyordu. "Peki parayı neyden kazanıyorsunuz?"
Daha yüksek sesli bir şarkı başladığında sesimi duyması için kulağına doğru yaklaştım. Nefesimin kulağına doğru süzülmesini izleyip, "Bu araştırmacı ruhunun sebebi ne?" Diye sordum.
Yutkununca boğazında oluşan kavis, rüya gibi geçen iki ayrı geceden anıları zihnime sürükledi. "Seninle ilgilenmeyi, alakadar olmayı engelleyemiyorum."
Tatmin olmuş cevapla kulağının yanından biraz ayrılıp yakından gözlerine doğru baktım. Gözlerine yakından bakmak gibisi yoktu. Artık ona bakmak, bana dair bir şeye bakmak gibi geliyordu. "Gözlerin niye bu kadar güzel," diyerek itiraz ettim ve yaklaşıp gözlerinden öpmeye çalıştım.
Bu halime şaşırıp, "N'apıyorsun?" Dedi, karşı koyamıyormuş gibi, garip bir sesle.
Biraz güler halde, "Gözlerinden öpüyorum," dedim ve gözleri kapanınca, "Aç," diye itiraz ettim. "Gözlerinden öpeceğim."
Elini, beni itecekmiş gibi omzuma koydu ama sonra hafifçe okşadı. "Kızım, manyak mısın? Nasıl açık tutabilirim gözlerimi? Cidden gözümün içinden mi öpmeye çalışıyorsun?"
"Evet," diyerek göz kapağını yukarıya çektim ve gözünü açık tutmaya başarıp dudaklarımı gözlerinin içine sokmaya çalıştığımda, bir inleme sesi çıkararak kafasını geriye attı. Gözünden aniden damlalar düştü ve elini gözüne bastırarak, "Kirpiğimi gözüme soktun," diye kızdı.
Biraz geri çekildim ama elimin birisi hâlâ onun göğsündeydi. Bir omuz silkişle, "Bu kadar hassas olma canım," dedim.
Elini gözünden çekip öfkeli öfkeli bana bakınca, elimdeki kadehi kaldırıp bir uzun yudum daha aldım. "Hassas değil de, bir kaya kadar sert olduğumu biliyorsun Karmen."
Gözlerim belinden aşağıya kaydı ve gerilen kotunun ağına bakıp, "Doğru ya," dedim.
Gözü bir daha engelleyemediği şekilde sulanınca biraz suçlu hissederek yaklaştım ve gözüne üflemeye çalıştım. Büzdüğüm dudaklarıma doğru bakıp elini gözünden çekti ve kafasını iki yana salladı. "İçime dokunacak şekilde davranmasan keşke."
Gözüne biraz daha üfledim ve kızarık geçince, çaktırmadan diğer gözüne yaklaşmaya çalıştım. Maksadım öpmekti ama Deren fark ettiği gibi kafamın arkasından tuttu ve beni göğsüne doğru yaslayıp sarılarak boğmaya çalıştı. O kadar sıkı bastırdı ki, ağzımı açıp nefes almadan göğsüne vurdum. Başımın üstüne gülüşünün sesi gelirken nefes nefese kaldım ve ancak beni serbest bırakınca neye uğradığımı şaşırıp geri çekildim. Tişörtünü sertçe tutup onu sarsarak, "Ölecektim!" Diye bağırdım.
Kaşını kaldırdı. "Bu kadar hassas olma canım."
Gözlerimi tehlikeli şekilde kıstım ama bu, onun gözlerini devirmesiyle sonuçlanınca başarılı olmadığımı anladım. İlerideki şişeye uzanıp kadehimi doldurduktan sonra saçlarıma uzanıp önüme doğru çektim. Uçlarını kıvırıp, "Fark ettin mi?" Diye sordum ona.
Gözleri kadehimdeki sıvıyı takip ederken, "Neyi?" Diye sordu.
Hevesli görünmemeye çalışıp, "Saçlarımı," dedim. "Saçlarımın uçlarına baksana, şimdi o kadar yıpranmış görünmüyor."
Ona göstermek için önüme çektiğim saçlarıma bakıp omuz silkti. "Fark etmemiştim."
Hevesim kırılınca, "Yaa," dedim. Sonra böyle bir soru sorduğum için aptal hissedip bakışlarımı önüme diktim. "Zaten hemen bir kereden öyle düzelmez. Birkaç kere kullanırsam belli olur."
Deren sesimi daha iyi duyabilmek için bana biraz daha yaklaşırken, "Bugün doğum günü olan yakının kimdi?" Diye sordu.
Bir anda konuyu değiştirmesini yadırgayıp kadehi dudaklarımdan indirdim. Üzerine çöken hüzün yüzünden dudaklarım çaresizce titredi. "Onu çok özledim. Keşke hayatta olsaydı da seninle tanıştırsaydım."
"O zaman bir erkek değildi," diye kendi kendine tespit yapınca, aklından bunu da geçirdiğini düşünüp garip garip ona baktım. Deren'de bakışlarımın farkında olup kulağıma eğildi. "Annenden mi bahsediyorsun yoksa?"
Konu Karina etrafında döndükçe ağzımdan bir şeyler kaçmasından endişe ediyordum. Bu yüzden lafı değiştirip çenesinin altından ona bakarken, "Biliyor musun, ben nefesimi yüz saniye tutabiliyorum," dedim.
Gözlerime ciddi misin, der gibi bakıp kafasını arkaya koydu ve elini, koltukta çok kıpırdayıp durduğum için belime koyup beni dengede tutmaya çalıştı. "Haberin olsun diye söylüyorum Karmen, bu bir rekor değil."
Başarımı küçümsemesine deli olup, "Sen yapabilir misin?" Diye bağırdım.
"Niye yapayım? Ne çocukça..."
Surat asıp, "Her şeye de lafın var, yeter," dedim.
Parmakları o kadar sıkıydı ki, ondan uzaklaşamıyordum. Bir kaş çatışı, yüzündeki tüm ifadeyi değiştirdi ve bir tanı koymuş gibi kafasını salladı. "Sarhoş oldun, ondan bu saçmalaman. Doğru, yıllar sonra içtiğin için ağır geldi."
Heyecanlı şekilde, "Nefesimi tutayım mı?" Diye sordum. "Sen de yüze kadar say."
"Biz dün gece n'apıyorduk şimdi n'apıyoruz? Nefesimi tutayım, sen de say diyor ya..." kendi kendine söylenip sertçe gözlerini yumunca omuzlarımı düşürüp kadehimden biraz daha içtim. Hafif bir rahatlıkla gelen umursamazlık hissi başımı döndürmeye başlamıştı. Yüreğimdeki o kadar ağır bir histi ki, bir süre olsun böyle hafif hissetmeyi çok özlemiştim. Bu yüzden kadehi tamamen bitirip kendime yenisini doldurmak üzereyken, Deren'in ellerini ellerimde hissettim. Gözlerimin içine bakarken bir an beni durdurup cam şişeyi elimden alacakmış gibi hissetsem de sonra onu bir şey engelledi. Şişeyi almadan ellerini geriye çekti. Ben de kendime yeni bir kadeh doldurup içerken, "Ailenin işlerinden bahsediyordun," dedi kulağıma yaklaşarak.
Eli çok sıcak olduğu için cam kadehi elinin üstüne değdirip onu rahatlatmaya çalıştım. Ne yaptığımı görmek için eline bakınca, bardağı dolaştırıp, "Ateşini söndürüyorum," deyip kıkırdadım.
Bir şey demeyip yüzümü izlemeye devam edince de, "Nazlı adamsın, şimdi söylesem kabul etmezsin ama gözlerini benden çekemiyorsun," dedim.
Başını yana eğip elinin içine yasladı ve gözleri saçlarımın uçlarına kayarken, "Elin İtalya'nı gelmiş bana naz yapıyorsun diyor," diye söylendi. "Ne naz yapacağım, dosdoğru söylerim ben."
Hiddetlenip işaret parmağımı göğsüne iki kez vurdum. "Elin İtalya'nı mı? Hani senindim? Gece kulağıma öyle söyledin."
Başka yerlere doğru baktı. "Hatırlamıyorum."
Elimdeki sıvıyı suratına çarpmamak için direnip, "Al işte, nazlısın," diye bağırdım.
Bağırmam daha yüksek sesli çıkınca etraftaki ayakta olan iki gencin bu tarafa baktığını sezdim. Deren'de bunun farkında olup çocuklarla bakıştıktan sonra bana dönüp belimdeki eli sayesinde biraz daha kendisine çekti beni. Dizlerim kotuna değiyordu. "Evet, doğru söyledim. Unutmasan iyi olur."
"Sarhoşken bile unutmadım," diye gülümsedim ve başımı yakınımdaki omzuna koyarken, elimdeki kadehin devrildiğini hissettim. Deren kulağımın yanına tıslayıp elimden bardağı aldı ve elini sırtımda dolaştırıp, "Söylediklerimi bir kez olsun unuttuğunu görmedim zaten," dedi.
"Unutmam," dedim ve başım çok döndüğü için gözlerimi sımsıkı yumup tişörtünün yakasını kavradım. "Bana alalım mı?"
"Pasta nereden çıktı?"
"Mum üfleyeceğim."
Seslerden rahatsız olup sızlanırken elimi kulağıma kapattım. Deren ne durumda olduğumu anlamış gibi elini benimle birlikte kulağıma koyup diğer kulağıma, "Sorularıma cevap verirsen alacağım," dedi.
Yüzümü iyice boynuna gömdüm. Terlemişti ve sevdiğim o sabun gibi kokuyordu. Diğer elim ensesinde dolaştı ve kısa saçlarını çekerken, "Olur," diye kabul ettim.
Parmakları, ona ait olduğunu anlayabileceğim şekilde bir ritim tutturarak sırtımı okşadı. "Bana bir keresinde ailen için burada bazı işler yaptığını söylemiştin. Onlar hangi işler?"
"Çok ses var," diye fısıldayıp ondan yardım istedim. "Diğer kulağımı da kapatsana."
"O zaman beni duyamazsın," diye itiraz etti sabırsızca.
"Doğru ya," dedim üzülerek.
Üzerinde olduğum omzu hararetli şekilde yükselip alçalırken, "Sorduğum soruya cevap vermedin," dedi.
Doğru, az önce bir şey sormuştu. O hafiflikten sonra üzerime çöken duygusallık, neredeyse beni eline diken batmış bir çocuk gibi o saniye ağlatacaktı. "Pasta," dedim sessizce.
Yüzüme karşı iç geçirip hareket edince başım omzumdan kalkmış bulundu. Bulanık görerek ona, etrafıma bakarken Deren koltuktan kalkıp beni de elimden tuttu. Dengede durmaya çalışıp onunla beraber yürüdük ve Deren bar tezgâhına uğrayıp cüzdanını çıkarınca hesabını kapatacağını anladım. Omzunun üzerinden cüzdanına doğru bakınca Nil'in fotoğrafı gözüme çarptı ve tekrardan Deren'in ne kadar şefkat dolu bir baba olduğunu hatırlayıp yüzümü omzuna gömdüm. "Benim de babam olsana."
Cüzdanını cebine geri koymadan önce Nil'in fotoğrafına baktı. "Başka kimin babasıyım?"
"Nil'in tabii ki."
Birbirini tutan ellerimizi hafifçe salladım.
"Nil," dedi ve kızının adını yine kekeledi. "Onu Feda kaçırdı değil mi?"
"Evet," dedim Karina'yı düşünerek. "O kaçırdı."
Deren'in verdiği nefes yüzüme sertçe değdi ve arkasını dönüp mekânın çıkışına ilerlerken, beni de beraberinde götürdü. Merdiven basamaklarını yan yana çıkarken midemin ağrısından dolayı yüzümü buruşturuyordum. Bir şeyler yemiyordum, ilaç içiyordum, bu yüzden bu kadar fazla içmek ağır gelmişti.
Açık havaya çıktığımızı terli yüzüme değen rüzgâr sayesinde anlayıp başımı kaldırdım. Gökyüzünde birkaç yıldız ancak görüyordum, sisli bir geceydi. Deren'in beni araba koltuğuna bindirmeye çalıştığını biraz sonra fark ettim ve o yüzüme bakmadan kemerimi takarken, "Pasta alacak mıyız?" Diye sordum.
"Alacağız."
"Mersi," dedim, mide ağrıma rağmen ona gülümseyip.
Yüzüme doğru bakmadığından gülümsememi göremedi. Kapıyı kapatıp şoför koltuğuna yerleştikten sonra aracını süratli kullanmaya başladı. Isınmış hissederek üzerimdeki ceketi çıkartıp kenara koydum ve gözlerimi temizleyip arkama yaslandım. Kemer karnımı sıkıyordu. "Neden bu kadar sıkı bağladın?" Diye sordum.
Cevapsızlık üzerine kafamı kaldırıp baktım. Yola odaklanmıştı. İfadesizce direksiyonu tutuyordu. Bir daha, "Çok sıkı bağlamışsın," dediğimde bakışları ağır ağır bana döndü ve karnıma baktı. "Farkında değildim."
Kemeri biraz gevşetip midemdeki baskıdan kurtuldum ve gözlerim onun gibi cama kayarken, hissettiklerim eşit miktarda dağılıp sanki tüm vücuduma yayıldı. Çok yorgun hissedip cama yansıyan ışıkları izledim. Geçen sene Karina'nın doğum gününde iki mum üflemiştik. Üstelik o sırada gözlerine bakıyordum. Mumum birisini o söndürmüştü, diğerini ben. Bu sene o toprağın altında uzandı, ben üzerine. Geçen sene büyüdük, bu sene öldük.
"Pastaneler, marketler hep kapalı Karmen."
Pasta ve mumlar gözümün önünden kaybolunca kafamı kaldırıp kepenkleri kapalı pastaneye baktım. Geç saatti, açık bir yer bulamayacağımız belliydi aslında. "Ama ben... istiyordum."
Aracını tekrar çalıştırdı. "Tamam bulacağım, üzülme."
Kafamı sallayıp sanki başımın ağrısına dokunabilirmiş gibi elimi şakağımda gezdirdim. Çok terliyordum, bu yüzden camı indirdim ve kafamı açık camın üstüne yaslayıp saçlarım uçuşurken, "İnsan biraz olsun fark eder," diye fısıldadım.
"Bir şey mi dedin?"
"Hayır."
Deren'in yanımda bulunması o an yaramın daha ağır, sakin kanamasını sağlıyordu. Nabzım ve kalbim hızlı atsa da sanki onun yanında daha insani, daha sağlıklıydım. Yanımızdan geçen bir arabaya doğru bakıp rüzgâr dudaklarımı sızlatırken arabanın bir yerde daha durduğunu fark ettim ama buradaki pastane de kapalıydı. Deren kafasını iki yana salladı, benim gözlerim kapalıyken arabasını sürmeye devam etti. Dakikalar sonra bir yerde daha durdu, ben gözlerimi açamadım ama Deren inmediği için buranın da kapalı olduğunu anladım. Bu bir süre devam etti, arabayla açık olabileceğini düşündüğü yerlere gitti. Dolandı da dolandı ama pasta alabileceğimiz bir markette bulamadı.
Göz kapaklarımı yarım şekilde açınca Deren'in evine geldiğimizi gördüm ve pastayı bulamadığımız için üzülüp tekrar gözlerimi yumdum. Vücudum Deren'in kollarına girince ve havada süzülüyormuş gibi hissedince de beni eve taşıdığını anladım. Kulağımın yanında tak tak ses geldi ve birazdan kapı açıldı. Ben kollarımı Deren'in boynuna dolayıp eve girerken, Utku'nun da bir şeyler konuştuğunu duydum.
Yüzüm Deren'in göğsündeyken, "Selam Utku," dedim belli belirsiz.
"Yenge ne kadar içtin böyle? Abi, niye durdurmadın?"
Ben tepki veremezken birinin eğilip beni öptüğünü hissettim ama onun Deren olmadığını, ben de uyandırdığı histen anladım. Demek Utku'ydu. Deren'in kollarında biraz daha yol aldım ve sırtım yumuşak bir yere değince gözlerimi açıp etrafıma bakmaya çalıştım. Deren beni salondaki koltuğa koymuş, üzerimden doğruluyordu. Ellerim onun boynundan inip kendi üzerime düştü ve Deren saçlarımı yüzümden çekip terlemiş yüzüme soğuk nefesini üfledi. Elimi yüzüme götürüp nefesinin değdiği yerleri bulurken kıkırdadım. "Pasta bulamadık."
"Uyuma, getireceğim," dedi ve sonra nefesiyle beraber kendisi de çekildi, heybetli gölgesi kapıdan çıkıp kayboldu.
Göz kapaklarıma yansıyan ışığın farkında bir halde elimi yanağımın altına koyup kendimi bıraktım. Fakat yakınlardan duyduğum sesler etrafımda dönen bir sinek gibi uyumamı engelliyordu. Ağrıyan şakağımı ovalayarak dakikalar geçirdikten sonra sersem şekilde koltuktan kalkıp ışığı takip ettim. Mutfak kapısından girince de gözlerimi ovalayarak gördüklerime baktım. Tezgâhı kaplayan dağınıklık yüzümü ekşitmeme sebep oldu ve birbirine bağıran Deren ile Utku, dikkatimi çeken ikinci şey oldular.
"Abi biz ne anlarız pasta yapmaktan ya! Karnımızı doyuracak kadar yemek yapabiliyoruz diye bizi aşçı falan sandın herhalde."
Deren elindeki çikolata parçacıklarını bir kabın içine dökerken, "Çok zor olmadığını düşünüyorum," dedi.
Utku abisinin çikolata eklediği kabın içine temkinle bakarak, "O kadar emin değilim," dedi. "Yani... Pek iyi görünmüyor sanki abi."
Deren kardeşine huysuz bir bakış fırlatıp, "Utku, önemli olan tadı," dedi.
"Göze de hitap etse fena olmazdı."
Deren elindeki spatula ile kabın içindeki harcı karıştırıp biraz eğildi ve yakından bakıp başını salladı. "Ben Karmen'in gözüne yeterince hitap ediyorum, pasta da midesine hitap eder."
"Gözüne hitap ediyorsan seni yesin o zaman abi, bu nasıl bir mantık?"
Deren, Utku,'nun söylenmesi karşısında sıkılıp suratını ona çevirdi. "Sus artık, kafamı karıştırıyorsun! Karmen pastayı beğenmezse senden bileceğim."
"Yok ya! Beğenmezse ben, beğenirse sen mi yapmış olacaksın?"
"Bak hâlâ konuşuyor," diyerek tezgâha geri döndü Deren ve fırına yürüdü. Fırın içinden bir cam kap çıkarıp karışımı ona döktüğünde, Utku abisine garip garip baktı. "Biz ne zaman borcam almışız ya?"
Deren elindeki camı fırına götürerek, "Bilmiyorum, belki Ece bir şey getirmiştir, biz de kalmıştır," dedi.
Utku ensesini kaşıyarak gülümsedi. "Ece'nin de elinden her iş geliyor."
Deren ona oflayıp fırının kapağını kapattıktan sonra parmaklarını fırının yanında gezdirip düşünceli şekilde sordu. "Videodaki adam kaç dakikaya ayarlayın demişti?"
"Yirmiydi galiba. Biz de o sırada çikolata sosunu yapalım."
"Sen çilekleri doğra, ben sosu yapacağım."
Utku tezgâhtaki çileklere yönelirken, "Nil'in alerjisi var," diye mırıldandı kendi kendine.
Deren tezgâhın önünde bir süre hareketsiz kalıp ardından bir tencere çıkardığında arkamı dönüp sessizce yanlarından ayrıldım. Deren'in beni bıraktığı koltuğa tekrar uzanıp elimi yanağımın altına koydum, yaptıklarımın küçük düşürücülüğü karşısında Deren ile Utku'nun mutfakta benim için pasta yapmasına mutlu bile olamıyordum. Ama diğer yandan Deren'in sırf istediğim için bunu yapması, başımı sarhoşluktan daha çok döndürüyordu.
Sersemlemiş vücuduma eşlik eden gözlerimin tekrar kapanmasını önleyemedim, kalbime ağır gelen her şeyden kurtulmak için sızıp kaldım. Sonra bir dokunuşla sarsıldım, başım dönüyorken diğer tarafıma dönüp uyumaya devam etmek istedim ama otoriter bir ses, "Uyan," dediğinde gözlerim açıldı.
"Deren," diyerek doğrulmaya çalışırken onun koltuğun kenarına, yanıma oturduğunu fark ettim.
Kolumdan tutarak kalkmama yardımcı oldu. "Pasta aldım, bir tadına bak."
Ufak bir ışıltı gözlerimi alınca başımı çevirip orta sehpanın üzerindeki tabağa baktım. Çikolatalı pasta diliminin üzerine dikilmiş bir mum gülümsememe ışığını yansıtmıştı. Deren kendime geldiğimi görünce sehpayı çekti ve tabağı eline alıp dilimlediği, şekli bozuk pasta tabağını aramıza getirdi. "Mum eriyecek, üfle."
Bir tane mum olduğu için biraz üzüldüm. "Başka mum var mı?"
Pasta dilimi üzerindeki tek muma göz atıp tekrar bana bakınca, mumun ışıltısının kara gözlerine ne kadar güzel yansıdığını düşündüm. "Olmalı. Neden iki tane daha istiyorsun?"
Uyuşmuş şekilde omuz silktim. Gözlerim hâlâ bulanık görüyordu. "İstiyorum işte."
Düşünceli bir bakıştan sonra omzunun üzerinden dönüp, "Utku," diye seslendi. "Abiciğim oradan iki mum daha getirsene."
Koridorun diğer tarafından ses geliyordu, sanırım Utku mutfağı topluyordu. Gözlerim neredeyse kapanacaktı, bunu önlemek için göz kapaklarımı yukarıya çekiştirirken, Utku'da oturma odasının kapısında göründü. Üzeri çıplak, terlemiş şekilde yanımıza gelince bana göz kırptı. "Kendine gelmişsin yenge."
Pervasızca ellerimi çırptım. "Bana pasta yapmışsınız."
Utku diğer iki mumu da pastanın üstüne dikip çakmakla yakarken, Deren kirpiklerinin altından beni süzüyordu. Pastayı yaptıklarını gördüğümü çaktırmıştım. Beliren diğer iki muma ve pastaya bakarken, "Ben birini üfleyeceğim," dedim onlara. Sonra Deren'e sıcak bir bakış attım. "Sen de birini." Utku'ya göz kırpıp esnedim. "Sen de diğerini, tamam mı?"
Utku halime güldü. "Hakikaten sarhoş olmuş bu abi, gülüyor falan. Çok tatlı ama." Eğilip kafamdan öperken saçlarımı dağıttı ve geri çekildi.
Deren dağınık saçlarımı ağır ağır düzeltip tabağı ellerime koyunca pastaya daha yakından baktım. Mumlar yüzlerimizi aydınlatıyordu. Çikolata, pasta diliminin her yerini kaplamıştı, mumun birisi de erimeye başlamıştı. Karina'nın doğum gününü kendisi olmadan kutladığım için çok mutsuz hissedip gözümde biriken yaşı elimin tersiyle sildim ve sonra Deren'e bakıp, "Teşekkür ederim," dedim. "Bunun anlamı çok büyük."
"Rica ederim," dedi
"Ee, kimin doğum gününü kutluyoruz?" Diye sordu Utku.
Kalbim Karina'mın.
Utku'ya cevap veremeyip pastayı kendime biraz daha yaklaştırdım ve Deren özellikle saçlarımın uçlarına dokunurken ortadaki, en önce dikilmiş muma üfledim. Mumu üflerken içimden yalnızca bir dilek geçirdim. Affedilmeyi diledim. imkansız olduğunu bilmeme rağmen affedilmeyi diledim.
Sonra ıslak gözlerimi göstermemeye çalışarak pastayı Deren'e uzattım. "Birini de sen üfle. İstersen dilek de dile."
Huzursuzmuş gibi sıkıntılı bir ses çıkarıp bir saniye için gözlerini kapattı ve geri açtığında diğer muma üfledi. Sönen mumlara bakarak bu kez pastayı Utku'ya uzattım ve o da kalan son muma üflediğinde, etrafımız karardı. Koridordan sızan ışığa alışmaya bekledim ve Deren, "Tadına bak," deyince, Utku'nun uzattığı çatalı aldım. Pastanın kenarından biraz parçalayıp ağzıma götürdüğümde, ikisinin de iki yanımdan merakla beni izlediğini gördüm. Gözlerimi ıslatan acıya rağmen pervasız bir gülümsemeyle, "Güzel olmuş," dedim. İkisi birbirine rahatlamış bir bakış atıp bana döndüklerinde benim için yapılmış pastamdan ikinci çatalımı alıp fısıldadım. "Hayatımda yediğim en güzel doğum günü pastası."
"Ne diledin?" Diye sordu Deren.
"İmkansız bir şeyi." Affedilmeyi.
Ve kızımın doğum gününü kutlayan Deren'e, ben de kızını vererek yarınını kutlayacaktım.
🎠
Sanki cennete gitsem bile kalbim aynı şekilde acımaya devam edecekti.
Gözlerimi açtığımda ilk fark ettiğim şeylerden birisi olan o kalp ağrısıyla beraber etrafıma baktım ve Deren'in odasında olduğumu hemen anladım. Anladığım ikinci şey baş ağrımdan gözlerimin zor odaklandığıydı. Midemde, kusacakmışım gibi ağırlık vardı. Yatakta toparlanmaya çalışırken buna sebep olan şeyi hatırladım. Dün bara gelmiş, Derenle içmiştim. Sanırım çok fazla içmiştim. Kafamda birkaç kare, an, cümle vardı ama ne konuştuğumuzu, ne zaman kendimden geçip odasına geldiğimi hatırlamıyordum.
Deren'in parfümü ve sabunu kokan yataktan kalkınca başımı tutmak zorunda kalarak odanın çıkışına yürüdüm. Saat erken olmalıydı, soğuk, sisli hava vardı. Merdiven inerken ses duymayı bekledim ama yalnız bir ses dışında Derenle Utku'nun sesini duyamadım. Başımı salona uzatınca da Deren'i koltukta otururken buldum. Üzerinde yırtık bir tişört vardı, başını sol omzuna eğmiş karşısına, boşluğa bakıyordu. Yüzünü seyretmek, baş ağrımı bile unutturunca dalmış gitmişim, bu yüzden geç fark ettim sol elinde bir silah tuttuğunu.
O sırada arkamdan yaklaştı ve "Gece yarısından beri orada oturuyor," dedi Utku, endişelenmiş durumda. "Elinde bir silahla saatler geçirdi orada. Adını seslendiğimde tepki bile vermedi. Sanırım kâbus gördü, çünkü gece yarısı odasından indiğinden beri böyle."
Söyledikleri üzerine Utku'ya bir an bakıp baş ağrısıyla zor hareket ettirdiğim gözlerimi tekrar Deren'e çevirdim. Gerçekten burada değil gibi, bir tuhaf görünüyordu. Geçen emniyette Nil'in fotoğraflarını gördüğündekine benzer haldeydi. "Ben kendine getiririm belki," dedim Utku'ya rahatlatmak için.
"Aynen, öp bir şey yap," dedi.
Eşikten geçip oturma odasında ilerledim ve karşısında durduğumda, "Deren?" Diye seslendim.
Sesime geç tepki vereceğini düşünsem de başını ağır ağır kaldırıp kolayca baktı bana. "Efendim?"
Utku'nun da arkamda garipleştiğini hissedip, "İyi misin?" Diye sordum karşımdaki adamın gözlerine karşı.
"İyiyim. Kızım kaçırılmış, iyi olmayıp n'apacağım?"
Ruh hali için duyduğum kaygıyı saklamaya çalışıp, "Utku senin için endişelenmiş, saatlerdir oturuyormuşsun hareket etmeden," dedim.
Deren başını biraz yana eğip benim arkamdaki kardeşini görmeye çalışırken dudaklarını kıvırdı. "Öyle mi kardeşim? Merak etme, sorun yok." Tekrar eski pozisyonuna döndü. "Her şey yoluna girecek."
Utku tekrar konuştuğunda yüreği hafiflemiş gibiydi. "Sen öyle diyorsan öyledir abi."
Deren'in kara gözleri beni bulunca, elimi ağrıyan başımdan çekerek, "Çok fazla içmiş olmalıyım," dedim, savunmasızlığımdan hoşlanmayarak. "Sana zorluk çıkardım mı?"
Silahını sehpanın üzerine bırakırken, "Hayır," dedi. "Barda daha fazla içmemen için seni durdurmaya çalıştım ama lafıma itibar etmedin."
Ne üzerinde konuştuğumuzu pek hatırlamadığım gibi bunu da hatırlamıyordum. Elimi saçlarımdan geçirerek yanıma indirirken, "Başım ağrıyor," dedim. "Acaba... Kustum mu? Midem de rahatsız çünkü?"
Utku bir anda yanımda belirip sitemle yüzüme baktı. "Senin için pasta yaptık, unutmuş olamazsın herhalde? Senin için gece yarısı bir sürü çilek doğradım."
Alt dudağım bir suçluluk belirtisiyle dişlerim arasında ezilip durdu. "Aslında biraz hatırlıyorum ama parça parça. Mum söndürdüğümüz kısmı hatırlıyorum."
"Bir ara pastayı abimin göğsünden yemek istedin, o kısmı hatırlamıyor musun?" Dedi hayal kırıklığıyla.
Söylediği birkaç saniye ağzımı açık bıraktı. Utku'da ağzımın üstüne şakacı şekilde vurup, "Abim de bunun üstüne seni alıp odaya götürdü," dedi. "Bilmiyorum, belki odasında göğsünden yemişsindir."
Deren'e döndüm. "Yedim mi?"
İkimize de ifadesizce bakıp Utku'ya mutfağı gösterdi. "Karmen'e ağrı kesici ile su getir."
Utku abisinin ciddiyetini farkında şekilde hareket edip yanımızdan ayrılınca gözlerimi Deren'in önü yırtık tişörtününün altında dolaştırdım. Bu kısmı hatırlamıyordum, acaba Utku beni kandırıyor muydu? Bir daha, "Böyle bir şey yaptım mı?" Diye sordum.
"Hayır," dedi bakışları yerdeyken. Baktığım göğsü kızarmış ve terliydi.
Utku dönünce getirdiği ağrı kesiciyi içip bir teşekkür mırıldandım. Deren'in ruh hali görünen sebeplerden ötürü iyi değildi ama yanında kalamazdım. Nil'i vermek için yapmam gerekenleri yapmak için yanından ayrılmalıydım. "Eve gidip biraz dinlensem iyi olur," dedim bu yüzden.
"Görüşürüz," dedi Deren önüne ardına bir şey eklemeden.
Dudaklarımı kendimin de anlamadığım bir panikle yalayıp, "Arabam nerede?" Diye sordum.
"Birini aradım, sağ olsun bardan getirtti arabanı."
Anahtarım ceketimin cebindeydi, bu şekilde kolaylıkla arabamı getirtmiş olmalıydı. Minnetimi ifade etmek üzere, "Teşekkürler," dedim ve aramızdaki sehpaya rağmen eğildim. Elimi omzuna koyup sıcak cildine, yanağın bir teşekkürler öpücüğü bırakırken gözlerimi de kapatıp onunla olmanın kısa süreli hissinde doyumsuzca bekledim. Sonra yüzü dudaklarımın altından kayınca gerileyip doğruldum. "Pasta için de tekrar teşekkür ederim."
"Sayende dilek diledim," dedi ve ekledi. "Dikkatli sür."
Beni düşünmesine gülümseyip yüzünü iyice izledim ve sonra arkamı döndüm. Fakat kapıdan çıkmadan üzere yine dönüp dönüp baktım. Belli ki bu kadar bakmamın, yüzünü zihnime kazımamın bir sebebi vardı. Ben tahmin ettiğimden daha önce ölecektim. Deren beni zihninde ve kalbinde öldürecekti. Son kez bana şefkat duyan yüzüne bakıyor olabilirdim.
Odadan çıkıp evden ayrılmam arasında bir dakika bile yoktu. Arabamı park halinde bulunca atlayıp gitmem gereken yere sürdüm. Feda'yı hapsettiğim yere ulaştığımda kafama koyduğum planın detaylarını düşünerek yukarıya çıktım. Onu baygın bulduğumda da yüzümde oluşan tiksinti ifadesiyle yanına gidip ayağımın ucuyla sertçe vurmaya başladım. Etrafta hâlâ kan vardı, cılız nefes aralıklarında inliyordu. "Uyan," diyerek tekmeledim onu. "Kendine gel Feda, konuşacağız."
"Orospu, gelmişsin," dedi gözlerini yarı yarıya açarak.
Bunlar başka hakaret bilmez miydi? Bir de böyle demenin bana dokunduğunu sanıyorlardı.
Eğilip onu kıyafetinin arkasından kavrayarak doğrulttum ve yaraları acıdığı için bağırdı. Yerde biraz sürükleyerek duvar kenarına götürdüm ve sırtını duvara yaslayarak kendimi karşısına konumlandırdım. Gözlerime bakıp, "Su," diye inlediğinde, ilk kez yalvarmaya yakın olduğunu gördüm.
Muhtemelen Karina aç ve susuz ayrılmıştı bu dünyadan. O yüzden o su ve yiyecek vermeyecektim.
"Beni iyi duyuyor musun?"
Gözünü açıp kapattı.
"Bir seçim yapmam gerekiyordu ve yaptım. Ya seni öldürüp Deren'in nefretini kazanmaya razı gelecektim, ya da seni hapise attırıp Deren'e her şeyin ifademde olduğu gibi olduğunu kanıtlayacaktım." Seçimim, duygularımı ortaya döküyordu. "İkinciyi seçtim. Ölmek yerine hapse gireceksin; Nil Ateş'i ve daha bir sürü çocuğu kaçırmış olmaktan."
Anlamıyormuş gibi bakıyordu. Acı çektiği için bakışlarını zor odaklıyordu.
"Yaşamak istiyorsan söylediklerimi yapmaktan başka çaren yok," dedim acımasızca. Ama şu an ondan çok kendime acımasızlık yapıyordum. Feda'yı öldürmeliydim. Fakat o zaman Nil'i Deren'e suçsuzmuş gibi veremeyecektim. İlk alternatifimde Deren'in bana bir şey yapması umurumda olmazdı ama artık umurumdaydı. Çünkü hayatta kalıp Mark'ı öldürmeliydim. "İlk olarak Nil Ateş'i sen kaçırdın tamam mı Feda? Onu Yeniköy'de bir parktan kaçırdın."
Şaşırmış vaziyette, "Kaçırmadım," dedi.
Bağırarak, "Kaçırdın," dedim. "Anlasana aptal, ben ne söylüyorsam o."
Kafasının karıştığını gözlerine yansıyan duygudan okuyabiliyordum. Anlaması için detaylandırmaya başlayıp, "Nil Ateş, Deren Ateş'in kızı," dedim. "26 Nisan günü parktan kaçırıldı. Onu kaçıran sensin, babası öyle biliyor. Polisler seni bulduğunda bu suçlamayı kabul edeceksin, böylelikle verdiğim ifade doğru sayılacak. Tabi bunun üzerine sana Nil'in nerede olduğunu da soracaklar, sen de onu saklamış olduğun yeri söyleyeceksin."
Kafasını düz tutamıyormuş gibi önüne düşürdü ve bana düşünceli bakarak, "Onu nerede saklamışım?" Diye sordu.
"Kendine ait bir evin var mı? Nil'i, ailesinden iyi bir para koparmak için özel bir yerde tutup iyi baktığını söyleyeceksin, bu yüzden evinde saklamış olacaksın..." gözleri baygın baktığı için uzanıp anlaması için sertçe kafasına vurdum. "Evin var mı diye soruyorum?"
"Polonezköy'de bir villa..."
"Tabi villan olacaktı, binlerce çocuğu dilendirerek para kazanıyorsun sonuçta." Kafasını arkaya doğru çarparak bıraktım. "Bana açık adresi vereceksin ve yarın ben seni, polisler tarafından bulunabileceğin yere bıraktıktan sonra ifadende anlattıklarımı söyleyeceksin."
"Neden yapayım?"
"Hayatta kalmak için." Ne yazık ki ölmeyecekti. "Diğer ihtimal seni öldürmek. Bu yaptıklarına kıyasla hak etmediğin kadar iyi bir gelecek. Dediklerimi yapıp hapse gir, en azından hayatta kalırsın."
"Ölürüm daha iyi," dedi.
"Öl o zaman," diyerek üstüne atladım ve onu en sevdiği şekilde, boğarak öldürmeye başladım. Gözbebeklerinin korkulu rüyasını görmüş gibi açılması bir tatmin duygusunu oluşturdu ama devamında gelen sonsuz mutsuzluk o tatmini de alaşağı etti. İğrenerek boğazını sıkmaya başladığımda gözlerini kapatıp açmaya, kafa sallamaya çalıştı. Kulağımı ağzına yaklaştırıp, "Ne?" Diye bağırdımda, "Tamam," dedi kin dolu bir sesle. Sesindeki nefret tenimi adeta damgaladı. "Yapacağım."
Boğazına bir çizik atarak ellerimi geri çektim ve iğrenç bir şeye dokunmuşum gibi ellerimi üstüme sildim. "Seni hastaneden kaçıranları soracaklardır. O soruya da tanımıyorum, kendimden geçmiştim, diyeceksin. Zaten Deren ve diğerleri Nil'in bulunması üzerine bu detayı sonraya bırakacaktır, yani önceliğimiz senin yakalanman ve Nil'in nerede olduğu..." şu da var ki. "Bu arada, Deren'in Nil'in babası olduğunu bilmiyorsun tamam mı? Nil'in babası Derya'ydı, sen böyle biliyordun. Emniyette sana Nil'in babası Deren denildi... Hayır, Deren'i aradık, onlara göre Nil'in cebindeki telefon numarasını sen bulup onu aradın. Yani bir şekilde öğrenmişsin."
Bu işte çok fazla detay vardı. Hepsini bir daha gözden geçirirken odanın içinde dört dönmeye başladım. Sonra hatırladığım bir iki şeyi daha Feda'ya söyleyip bunun beraberinde planı baştan anlattım. İdrak ettiğinden emin olana kadar küçük ama etkili detayları kafasına vura vura öğrettim. Bundan sonrasında Nil ile konuşmak vardı, ki bu Feda'ya anlatmaktan daha zordu. Feda'nın yanından ayrıldıktan sonra bu yüzden kara kara düşünerek eve ilerlemeye koyuldum.
Fakat yolun yarısına bile gelmeden benzinim bitince talihsizliğime ayar olup arabadan indim. Eşyalarımı alıp kapıları kilitledim ve bir taksi çevirip Şile'ye kadar gittim. Arabamı daha sonra buradan tekrar alacaktım. Taksiyle eve kadar gitmedim, yarım saatlik bir yürüme mesafesinde inip eve kendim yürüdüm. Ev göründüğündeyse bugünün Nil ile geçirdiğim son gün olmasından kaynaklı çok yalnız hissetmeye başladım, yüzümü asa asa iyice eve yaklaştım.
Yaman'ın arabasının yanından geçerken de ayaklarım aniden beni durdurdu. Veranda da takım elbiseli, geniş omuzlu tanıdık birisini görünce açıkçası bittiğini sandığında her şeyin yeniden başladığını söyleyen o teoriye inandım. Durduğum yerden hücum eder gibi koşup veranda merdivenini çıkınca o adamla yakından göz göze geldim ve bana aynı saygıyla bakıp başıyla selam verdiğinde inanamayarak eve döndüm. Kilidi açık kapının kulpunu indirip eve girdim.
Ve tahmin ettiğim gibi, abim Noah'ı kanepede, yanında Nil ile gördüm. Gece ayakta dikilirken, Yaman'da kısık gözlerle abimi izliyordu. Noah'ın Nille konuştuğunu boğuk bir yankıyla duydum ve duraksayıp başını çevirdiğinde göz göze geldik. Özlemek, bir hayaletmiş gibi gözle görülebilen tüm gerçeklerin arasından sızıp yüzüme gülümseme bırakırken, "Kardeşim," dedi Noah, İtalyan'ca. Ona hayranlıkla bakan Nil'in kafasını okşadı. "Ben de Karina ile seni bekliyordum."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...